Murger Tomb

Murger Tomb
Henri Murger, Cimetiére de Montmartre, Eylül 2015

Friday, May 22, 2015

Müzikte Fransız Devrimi ve 1848 Devrimlerinin Yansımaları

1789’da Fransa’da gerçekleşen devrim, tarihte günümüze dek sürmekte olan yeni bir sayfa açmıştır. Devrimle birlikte yaygınlaşan Aydınlanma düşüncesi ve onun temelindeki akılcılık, insanlığın kültürel evriminde büyük bir sıçrama yaratmıştır. Feodalizmin çöküşünü ve burjuvazinin önlenemez yükselişini taçlandıran Devrim, tüm toplumsal işleyişte bir altüst oluşu getirirken, kültür ve sanat alanında da görülmemiş bir değişim doğurmuştur.
Episode of the Belgian Revolution, 1830, by E.C.G. Wappers, 1834 1

Fransız Devrimi’yle birlikte yaşanan büyük değişimler ve yeniliklerden bazıları, bugün bildiğimiz anlamda müzelerin kurulmasından, tarih bilincinin gelişmesine, dogmatik dinsel düşünüşten laik düşünüşe geçilip, kısa bir süre için de olsa Paris’teki kiliselerin kapısına kilit vurulmasına dek uzanır. İnsanlar dini bir tebaa olmaktan, aynı merkezi devletin/ulusun eşit haklara sahip vatandaşları -ilk başta yalnız erkekler için geçerli olsa da- olur. Ortaçağ'ın ekonomide toprağa bağlı, düşünsel alanda dini ideolojiye ve bunun yansıması olan öte dünyacı soyut ruhani düşünceye dayanan yaşamından, maddenin ve ticari anlamda metanın önem kazandığı, bu dünyacı ve gerçekçi bir yaşayışa ve düşünüşe geçilmiştir. Ticarete dayalı toplumun hareketli, çoğulcu ve ilerlemeci (kendinden öncekini aşmaya ve yenilemeye duyulan ihtiyaçtan ötürü) yaşantısı, tarım toplumunun durağan, gelenekselci ve döngüsel yaşayışının yerini almıştır. Artık sanatta feodalizmin kutsallarının yerini burjuva düşünüş ve idealleri almıştır.

Sanatta, Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile birlikte gerçekçilik ve denge büyük önem kazanmıştır. 17. yy.dan itibaren temelleri atılan anlatımcılık ve ifadecilik doruk noktasına ulaşmıştır ve 20. yy.a dek kullanılagelen formları oluşturmuştur. Müzikte bu dönemi yansıtan ve yeni doğan formlardan başlıcaları senfoni, sonat ve oda müziğidir (özellikle yaylı dörtlüsü). Bu formlar, (senfoni Mannheim Okulu1’nda doğmuştur) Viyana Klasikleri denilen Haydn, Mozart ve Beethoven’ın ellerinde doğmuş ve mükemmelleşmişlerdir. Senfoni, sanayi toplumundaki iş bölümündeki herkesin kendi uzmanlaşmış ama tek başına büyük bir şey ifade etmeyen üretimi gibi, birçok enstrümanın bir araya gelip müzik yaptığı bütünlüklü bir üretimdir. Sonat, gerçekçiliğin ve dengenin, simetrinin yüceldiği bir formdur. Oda müziği, yükselen burjuvazinin malikânelerinde toplanıp amatör bir şekilde yapabilecekleri bir müzik olarak yaygınlaşmıştır. Formların yanı sıra, fonksiyonel armoninin gelişimi de bu dönemdedir. Fransız müzisyen Jean-Philippe Rameau (1683-1764), 1722 yılında yayınladığı Armoni Üzerine Tezler adlı kitabıyla müzik teorisinde bir devrim gerçekleştirmiştir. Fonsiyonel armoni, müzikte ifade ve harekete olanak sağlamıştır. Bu gelişmelerle sözlü müziğin tahtı 17. yy.dan itibaren sallanmış, 18. yy.da da enstrüman müziği tartışılamaz bir konuma yerleşmiştir. Bu dönemde icad edilen pianoforte, 19. yy.da Lizst’in de gösterdiği gibi, tüm bir orkestradan çıkabilecek ses zenginliğini kendi başına verebilmesiyle ve ifadeyi güçlendiren nüans kullanımlarına izin vermesiyle yükselen burjuvazinin gözde enstrümanlarından olmuştur.

Bu dönemde ses gücü ve çalgıların gelişimi konusunda Ahmet Say’ın Müzik Tarihi kitabından alıntılar yerinde olacaktır: “Sachs, bu çağda ses gücünün artması yolundaki eğilimi şöyle betimler: “Bu yola girilmesinin nedenini yalnızca dış olaylara bağlamak kolaydır. Örneğin eski prens saraylarındaki küçük salonların yerine geçmeye başlayan büyük konser salonları, Fransız Devriminden ve Napolyon savaşlarından gelme bir büyüklük ve yığın duygusu… Ama bunlardan daha içten gelme ve çok daha önemli nedenler, 1760 ile 1810 arasında gelişen bir anlayışla, eski çağa özgü o dengeli, alçakgönüllü, kendini bilirlik duygusunu bir yana itmek, anlatımın en ucuna varmak, anlaşılması güç bir oda müziği yapıtında duyulamayacak gibi hafif pianissimi(ler) elde etmeye çalışmak, ya da gürültülü, yüklü, hareket dolu fortissimi(ler) ile dinleyiciyi sağır edercesine ezmeye çalışmak gibi eğilimlerdi. Dev yapılı orkestralarla konser vermek moda olmuştu.”

Fransız Devrimi döneminin “resmi müzikçisi” konumundaki François Gossec’in bu konudaki aşırılığını örneklemek üzere, İlhan Mimaroğlu “on iki bin kişilik bir koronun söylediği Te Deum’u, ya da bin kadar üflemeli çalgının çaldığı bir marşı” belirtir. Sachs, bu örnekleri çoğaltmıştır: “1784’te İngilizler Haendel anısına Westminster Kilisesi’nde 525 şarkıcı ve çalgıcının katıldığı (doksan dokuz keman, yirmi altı obua, yirmi altı fagot vardı bu toplulukta) koca bir konser düzenlemişlerdi. Bu sayı yıllar geçtikçe boyuna arttı. Haydn’ın Yaratılış Oratoryosu çalındığı sıra (1798) orkestrada yüz seksen çalgıcı vardı. 1812’de Viyana’da Haendel’in İskender’in Şöleni adlı yapıtı için kullanılan orkestra, yüz yirmi keman, otuz sekiz viyola, otuz üç viyolonsel ve yirmi iki kontrbasın katılmasıyla üç yüz kişiden oluşmuştu. Haydn’ın Yaratılış’ının daha sonraki seslendirmelerinde ise (1843, Viyana) altı yüz kişilik koro ve üç yüz yirmi kişilik orkestra (yüz on sekiz keman) kullanılmıştır.”

Sachs, bu arada iki önemli tempo göstergeci üzerinde durmaktadır: Metronom ile orkestra yöneticisinin değneği:”."Metronom bu dönemde icat edilmiş, orkestra yönetiminde keman yayı yerine değnek kullanmak da bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Fransa’da Monarşi’nin devrilip Cumhuriyet yönetimine geçilmesinin (1789-1799) Avrupa müziğinde önemli etkileri olmuştur. Bu dönemin Paris’i, aristokrasiye ve monarşiye karşı hicivler içeren edebi eserler, tiyatrolar ve operalara sahne olmuştur. Fransız Ansiklopedisi’nin yazarlarından Voltaire edebi yazılarıyla ve tiyatro oyunlarıyla öne çıkmıştı. Rousseau da aynı zamanda bir müzisyendi ve hataları olmakla birlikte 1752’de oynanan Köyün Falcısı hafif operası beğenilmişti.

Kral XIV. Louis’nin 1714’te kurdurduğu Opéra Comique, bir Fransız Opera stili yaratılması niyetiyle kurulmuştu.2 İtalyan hafif operasına karşı bir türdü. XV. Louis döneminde Bouffonlar Savaşı denen bu tartışma, Fransız stili ve İtalyan stili taraftarları arasında tribün atışmaları yaşanmasına neden oluyordu. Bir İtalyan besteci olan Giovanni Battista Pergolesi’nin Hanım Olan Hizmetçi (La Serva Padrona) adlı İntermezzo’su (uzun ve ağır operaların arasında oynanan kısa müzikli komedi), ilk olarak 1733’te Napoli’de, yurtdışında ise ilk kez 1746’da Paris’te sahnelenmişti. “1752’de yine aynı şehirdeki ikinci oynanışı sanat tarihinde önemli bir çağa rastlar. 18. yy.ın başından itibaren Fransa’da yaygınlaşan İtalyan Operası etkileri bazı müzikseverleri kızdırıyor, bunların elenmesi yolunda akımlar beliriyordu. “La Serva Padrona”nın başarısı İtalyan operası egemenliğinin sürmesini sağlamış, çağın bazı bestecileri etkisinde kalmışlardır. “La Serva Padrona”nın etkileri yalnız Fransa’da değil, bütün Orta Avrupa’da hissedilmiştir. Bunlar Mozart’ın ilk sahne eserlerinde de açıkça görülür. Basit, zarif ve melodik müziği, her çağa uyan konusu ile “La Serva Padrona” opera buffa’nın ilk belli başlı örneği, Pergolesi ise ilk bestecisi kabul edilmiştir.”3

Fransa’da Aydınlanma düşüncesinin önemli filozoflarından, Toplumsal Sözleşme düşüncesiyle tanınan ve Ansiklopedistlerden biri olan İsveçli Jean-Jacques Rousseau’nun (1712, Cenevre - 1778, Ermenonville)müzisyen yanı az bilinir. “Müzik konusunda kendi kendini yetiştirmiştir. Kopist olarak çalıştığı dönemde yeni bir müzikal notasyın sistemi geliştirdi ve bunu Modern müzik üzerine tez (Dissertation sur la musique moderne, Paris, 1743) adıyla yayımladı. 1743’te Venedik’e olan bir ziyaretinden sonra Rameau’nun operalarını model alan Les Muses galantes (1744) opéra-ballet’sini yazmış ve yapımcılığını üstlenmiştir. En başarılı operası Le Devin du village (1752) Paris’te ve yurtdışında oynanmıştır. Pastoral bir ortamda İtalyan recitative’leri, basit aryalar ve danslarla opéra comique tarzını gösteren bir interméde’dir. Bunun dışındaki tek sahne eseri deneysel melodramı Pygmalion (Horace Coignet’nin enstrümantal müziği ile), 1770’te Lyons’da sahnelendi ve birçok Alman taklidine ilham verdi.
D. Jeaurat, c. 1794

Rousseau, Bouffonlar Savaşı’nda İtalyan tarafını tuttu ve Fransız müziği üzerine mektup’unda (1753) Fransız müziğine saldırdı. Diderot ve d’Alembert ile birlikte Ansiklopedi için sonradan kendi Müzik Sözlüğü’nde (Paris, 1768) de kullanacağı müzikle ilgili pekçok yazı sağladı. Fransızcanın opera için geçerli bir olmadığını düşünüyorduysa da, Opéra’da Gluck

tarafından yönetilenlere hayran oldu. Sosyal adalet üzerine görüşleri yeni hümanizm ve genel olarak Romantizmin doğuşunda önemli bir rol oynadı.”4

“Opéra Comique stili komik olmak zorunda değil ama şarkı söylenen yerler, konuşmaların olduğu drama bölümlerinin arasına serpiştirilmiştir. Tümüyle şarkı gibi söylenen operadan farklıdır.”5 Komik opera türünün yükselen burjuvazinin beğenilerine hitap etmesi, aristokrasi eleştirisi için iyi bir araç olması gibi nedenlerle bu dönemde yaygınlaşmış olması muhtemeldir. Bu türün Almanca konuşulan ülkelerdeki karşılığı olan Singspiel de Mozart’la birlikte yaygınlaşmıştır. En önemli Singspiel örneklerinden olan Sihirli Flüt, açıkça bir masonluk (Aydınlanma fikirlerine bağlı örgütler) yüceltmesi içermektedir. Mozart’ın Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni ve Cosi Fan Tutte operaları da Fransız Devrimi etkileri taşımaktadır. Paris’li oyun yazarı Beaumarchais’nin oyunlarından uyarlanan bu operalar, saraya ve aristokrasiye karşı hoşnutsuzluğu yansıtmaktadır; “neşeli fakat arasında ihtilalin kıvılcımları saklı sözleri”6 bulunmaktadır.

Fransız Devrimi, tüm toplumsal yapıyı olduğu gibi o dönemin müziği ve müzisyenleri için de yeni koşullar yaratmıştı. Öncesinde, belli bir düzen içinde –sarayda yada aristokrat malikanelerinde- çalışan müzisyenlerden, bu belirsizlik ortamında işsiz kalanlar da olmuştur. Ancak Paris Konservatuarı7 açılmış (1795) ve birçok müzisyen burada görevlendirilmiştir. Devrim hükümetinin hoşlanmadığı, soylu ve kralcı ailelerden gelenler veya eski düzeni “ancient regime”i savunanlar da kaçmıştır. İtalyan opera bestecisi Luigi Cherubini (1760-1842), Paris Konservatuarı’nda görevlendirilenlerdendir.

“Venedik’te Sarti’nin öğrencisi olarak eğitim görmüş, 1788’de Paris’e yerleşmiş, kısa bir sürede ün yapmıştır. 1789-92 yılları arasında İtalyan operaları yöneticiliğiyle tanınmış, Fransız Devrimi’nden sonra Paris Konservatuarı denetçiliğine getirilmiştir. 1816’da Paris Konservatuarı’nda kompozisyon öğretmeni olarak atanmış, 1821’de Konservatuar müdürlüğüne getirilmiş ve 1841 yılına kadar bu görevi yürütmüştür. Paris’te Fransız Operalarıyla başarı kazanmıştır. 1807’de Viyana operasında sahnelenen Faniska adlı yapıtı, Beethoven’ın Fidelio’suyla karşılaştırılmıştır.

Paris bu dönemde kemancılık sanatında klasik çağın merkezi konumuna gelmiştir. Bu gelişimde konser dizilerinin ve Paris Konservatuarı’nın öncü rolü vardır. Başlıca kemancılar arasında Beethoven’ın op. 47 sonatını adadığı R. Kreutzer de vardır.”8

Yukarıda yaptığımız alıntıda da adı geçen besteci François-Joseph Gossec (1734-1829), Fransız Devrimi döneminin “resmi müzikçisi” konumundadır. “1751 yılında Paris’e gitmiş, Rameau’nun nüfuzuyla şefliğini Johann Stamitz’in yaptığı (1754-5 yıllarında) vergi toplayıcı La Poupliniére’in orkestrasına katılmıştır. Gossec bundan sonra oda müziği eserleri yayınlamaya başlamış ve bir senfoni bestecisi olarak birçok ürün vereceği kariyerine ilk adımını atmıştı. 1761’de senfonide klarinet kullanarak alışılmamış bir orkestrasyon tercihi olduğunu gösterdi. Ayrıca 1760 tarihli “Messe des morts” adlı eserinde orkestra ve koronun mekansal yerleşim olanaklarını sonuna kadar kullanmıştır. Sahneyle uzun sürecek olan ilişkisi Sophie Arnould için yazdığı aryalar ve özel bir tiyatro için yazdığı bir opéra comique ile başlar (1761). La Poupliniére’in ölümünden sonra (1762) başka patronlar bulmuş ve Comédie-Italienne için birçok başarılı eser bestelemişti. Enstrümantal müzik yazmaya devam etti ve 1769’da kendi eserlerinin ve Haydn’ın senfonilerinin seslendirildiği Amatörler Topluluğu’nu kurdu. Senfonileri (dört bölümlü senfoniler yazıyordu), kendi neslinin en önemli Fransız eserlerindendi.
Excerpt from portrait of François-Joseph Gossec
by Antoine Vestier.
Gossec 1773’te Concert Spirituel’in yöneticisi oldu. Ayrıca, 1779’da Gluck’un “Iphigénie en Tauride” eserine bir bale yazdığı Opéra’da da çalışıyordu. Ulusalcı Sabinus adlı eserindeki (1773) öncü enstrümantasyonuna (trombonlarla) rağmen, Grétry’nin opéra comique’teki ve Gluck’un Opéra’daki parlayan yıldızları onun başarısının önünde bir engel oluşturuyordu. Thésée (1782) adlı eserinin metninin bir versiyonu Lully9 tarafından kullanılmıştı ama hem ciddi operaları hem de o günün modasına uyan duygusal Rosine’i (1786) başarısızlığa uğradı ve alışılmadık biçimde yayınlanmadı. Kraliyet korumasında olmasına rağmen Devrim’i destekledi ve Bernard Sarrette ile birlikte devrimci törenler için Ulusal Muhafızların performanslarını yönetti. Marche lugubre ‘yi ve diğer devrimci marşlar gibi güzel üflemeli enstrüman müzikleri besteledi. Paris Konservatuarı’nın kurucu yöneticileri arasında yer aldı ve 1795’ten sonra enerjisinin çoğunu öğretmenliğe verdi.

Yaklaşık 30 senfoni, 20 opera, kilise ve koral müzikler (Devrim için yazılmış bir çok eseri de dahil olmak üzere) ve baleler besteledi. Berlioz’unkini önceleyen Te Deum (1790) adlı eseri, 1200 şarkıcı ve 300 üflemeli enstrüman için yazılmıştır.” 10

Fransız Devrimi döneminde müzikte büyük gelişmelerin yaşandığı başka bir bölge Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun başkenti olan Viyana’dır. Haydn (ömrünün çoğunu burada geçirmemekle birlikte), Mozart ve Beethoven bu şehirde yaşamışlardır. Mozart, yukarıda sayılan en önemli operalarını burada, İmparator II. Joseph’in isteği veya rızasıyla üretmiştir. Saraya ve aristokratlara olan hoşnutsuzluğunu her fırsatta dile getiren Mozart’ın, Aydınlanma fikirlerine sempati duyan II. Joseph’ten, diğerleri kadar nefret etmediğini düşünebiliriz. Viyana’daki büyük bir imparatorluğun başkenti olmaktan kaynaklanan büyük zenginlik, birçok müzisyen ve sanatçının orada çalışabilmesini sağlıyordu. Bu nedenle saray halkının ve aristokratların yanı sıra oradaki orta sınıf burjuvalar da müzik dinleyicileri veya amatör icracıları olarak yetişiyorlardı. Bu, o dönemde Avrupa’da bir müzisyenin açlıktan ölmesi anlamına gelebilecek olan Saray Müzisyenliği (veya o bölgede işveren olabilecek bir feodal bey veya kilise müzisyenliği) kadrosu alamamanın kötü etkisini biraz olsun hafifletebiliyordu.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 18. yy.da İmparatoriçe Maria Theresia’nın yaptığı reformlarla modernleşme dönemine girmişti. Bu reformlar arasında saray tiyatrosunu halka açmak da vardı.11 Böylece hem ekonomik zorluk döneminde saray kasasına para girecekti, hem de orta sınıf saraya daha bağlı hissedecekti.12 Özel şirketler sayesinde verilen halka açık konserler, opera temsilleri, beste siparişleri ve zengin ailelerin çocuklarına özel müzik dersleri vermek, örneğin Mozart’ı biraz olsun doyurmuştu. Ancak yine de hastalanıp ölmesini engelleyememişti. Haydn, Mozart’tan çok daha erken doğmuş olduğu için, onun yaşadığı dönemde Estérhazy sarayı dışında bir yerde çalışma imkânı yoktu; ufak tefek iş fırsatları çıksa bile Estérhazy sarayından ayrılması yasaktı, Viyana’ya bile gidemiyordu. Ömrünün sonlarına doğru İngiltere’ye gitmiş ve özel beste siparişleri ve konserlerle rahat bir yaşam sürmüştü. Beethoven ise artık burjuvazinin daha zenginleştiği bir dönemde yaşadığı için, hiçbir efendiye bağlı olmadan kendi kendisi bağımsız olarak çalışabilmiştir. Bu, zengin bir hayat sürdüğü anlamına gelmemekle birlikte, yaşamını devam ettirebilmiştir.

Fransız Devrimi öncesinde müzisyenler, din adamları, aristokrasi, köylü gibi sınıflardan birine dâhil olmayan; genellikle, hizmet ettikleri feodal efendinin sarayında bir uşak, ya da kilisede çalışan bir görevliydiler. Yani, ne kadar iyi müzisyen/besteci olurlarsa olsunlar, asla soylular kadar yüksek bir statüleri olamazdı. Beethoven’ın örneğinde gördüğümüz gibi, soylu birine âşık olsalar da evlenemezlerdi. Aristokrasiyi ve feodalizmi tarihin çöplüğüne gönderen Fransız Devrimi ve ardından tüm Avrupa’yı ve dünyayı saran etkileri, müzisyenleri de tüm diğer yurttaşlarla eşitledi ve hak ettikleri konuma gelmelerinin önündeki kan/soy kısıtını kaldırdı.

Günümüzde müzisyenler, geçmişteki gibi görünür bir efendiye itaat etmiyorlar ancak şimdi de görünmez bir elin, serbest piyasanın insafına terk edilmiş durumdalar. Sanatsal bir ürün vermeyen pop müzisyenler çok para kazanabilirken, sanat müziği yapanlar/sanatçılar işsiz kalabiliyor ya da hak ettikleri değeri bulamayabiliyorlar. Sosyal devletin yaşandığı kapitalist dönemde ya da sosyalist ülkelerde devletin koruduğu sanatçıların örnekleri, müzisyenlerin de içinde olduğu sanatçılar topluluğunun sınıfsal durumları açmazına getirilebilecek iyi bir çözüm örneğidir.

18. yy.da İngiltere’de müzikte büyük bir değişim yaşanmamıştır. İngiltere, 17. yy.’da yaşadığı devrimle parlamenterizme geçmişti. Oradaki zenginlik ve burjuvazinin durumu, müzisyenler açısından çok rahat iş imkânı sağlıyordu. Haydn, yaşamının son dönemlerinde İngiltere’ye davet edilmiş, el üstünde tutulmuştur. Mozart da son yıllarında İngiltere’den iş teklifi almış, ancak Viyana’yı terk etmek istemediği için gitmemiştir.

Fransız Devrimi’nin etkisiyle yazılmış ve günümüze dek hala sevilen eserler, Mozart’ın operaları ve Beethoven’ın senfonileridir. Beethoven’ın Mi bemol majör 3. Senfonisi op. 55 “EROICA” (Kahramanlık), ilk kez 1805 yılında Viyana’da sergilenmiştir. “Bu büyük senfoninin, bu devrimci, yenileyici yapıtın ilk çalışmaları 1802 yılında başlamış, 1803 yılı boyunca sürmüştür. “Üçüncü Senfoni”, müzik dışı bir konunun anlatımı, tanımlanması amacına yönelmiş bir denemedir ve bu konu da o çağa damgasını vurmuş bir kişi olan Napoleon’dur. Başlangıçta sanatçının en içten duygularla bağlandığı özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin savunucusu gibi görünen Napoleon geniş sevgi toplamış, adeta tanrılaştırılmıştır. “Üçüncü Senfoni”nin üzerine “Sinfonia grande intitulata Bonoparte” cümlesinin yazılışı bu nedenledir. Ancak Korsikalı’nın 1804’te “imparator” oluşu bestecide öyle bir düş kırıklığı yaratmıştır ki partisyondaki bu adanışı kâğıdı yırtarcasına silmiş, yerine “Sinfonia Eroica” sözcüklerini yazmıştır. Yapıtın ilk çalınışı büyük ilgi görmemiş, ancak halk, müzik sanatındaki bazı ilke ve anlamların değiştiğini sezebilmiştir. “Üçüncü Senfoni”, Beethoven’ın bu türde en sevdiği eseri olarak kalmış, bu konuda kendisine yöneltilen sorular daima tek adla yanıtlanmıştır: “Eroica”.”13

Beethoven’ın Fransız Devrimi’nin yaydığı “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” fikirlerinden etkilenen bir diğer önemli eseri Re Minör No 9 Op 125 Dokuzuncu Senfoni’dir. “İlk yorumu 1824’te Viyana’da yapılmıştır. İnsan akıl, bilinç, duygu ve tanrısal esininden doğan en yüce anıtlardan biridir. Besteci ilk çalışmalarına 1822 yılında başlamış, sanatında olağanüstü bir aşamanın ürünü olan bu yapıtla verim çizgisinin doruğuna ulaşmıştır. Daha önce görülmemiş bir yenilik olarak Dokuzuncu Senfoni’nin son bölümünde insan sesinin katılmasına karar verdikten sonra da uzun düşünmeyi gereksiz bularak Schiller’in ölümsüz mısralarına, “Neşeye Övgü”ye (An die Freude) sarılmıştır. 1793 yılında Bonn’lu bir yazarın büyük ozanın eşine yazdığı bir mektup Beethoven’in daha o sıralarda bu şiiri müziklendirmeyi tasarladığını belirtir. Dokuzuncu Senfoni ilk üçü yalnız orkestra, sonuncusu orkestra, koro ve solist şarkıcılar için olmak üzere dört bölümden oluşur. (…) Şöyle dizelenir bölümlerdeki anlamlar: birinci bölüm “Kader ve evrenin kesin emri”, ikinci bölüm “Fizik, titreşim ve enerji”, üçüncü bölüm “Aşk”, dördüncü bölüm “Neşe” ki onsuz her şey eksik ve tamamlanmamış kalmaya mahkumdur.”14

Avrupa tarihinde Fransız Devrimi'nden sonraki en önemli olaylardan biri de 1848 Devrimleri'dir. Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde işçi sınıfı ve orta sınıf/burjuvazi aristokrasiye karşı ayaklanmıştır. Bu ayaklanmalar sonunda bastırılmış olsa da, işçi sınıfı ilk kez tarih sahnesine çıkmıştır. Marx ve Engels’in ünlü Komünist Parti Manifestosu’nun kaleme alındığı tarih de 1848’dir. Fransa’da 1848’de kurulan parlamenter hükümet, Napolyon Bonapart’ın 1799’da Fransız Devrimi yönetimini sonlandırıp imparatorluğunu ilan etmesi gibi, 1851’de kuzeni Louis Bonapart tarafından kapatılmış ve monarşiye dönülmüştür. Avusturya ve Almanya’da da kısa süre içinde devrimci sınıflar arasındaki anlaşmazlıklar yenilgiyi getirmiş, İmparatorluklar egemenliklerini yeniden sağlamışlardır.

19. yy., müzikal anlamda virtüözitenin gelişmesi, piyanonun yapısının da gelişmesiyle çok önemli bir enstrüman haline gelmesi, halkın müzik dinleme ve öğrenme olanaklarının artması, müzik yayıncılığının yaygınlaşması gibi birçok gelişmeye sahne olmuştur ancak kendinden önceki ve sonraki dönemlerle kıyaslandığında müzik tarihinde kırılma yaratacak az sayıda gelişmeye şahit olmuştur. Romantik üslup, Avrupa’da süren politik karışıklığın, yenilen devrimlerin ve ayaklanmaların, savaşların gölgesinde umutsuz veya yorulmuş, bir önceki dönemin evrenselci yaklaşımından biraz daha kendi içine kapanık, bireysel bir yaklaşıma bürünmüş bestecilerin dönemidir. Yerel ve etnik müzikler, doğu felsefesi, farklı kültürler müzisyenleri etkilemeye başlamıştır.

Bu dönemin etkilediği ünlü bestecilerden biri Richard Wagner’dir (1813 Leipzig, 1883 Venedik). Sonraları hayat görüşü farklı noktalara kaysa da gençliğinde kendisi de Almanya’daki barikatlarda devrim mücadelesine katılmış olan Wagner, ilk operalarından Rienzi’de aristokrasi karşıtlığını işlemiştir. “1839-1842 yılları arasında Paris’te yaşarken bestelediği beş perdelik opera, İngiliz yazarı Edward Lytton Bulwer’in bir romanının konusu üzerine bestelenmiştir. Kahramanlık, şeref ve aşk gibi duygu ve özellikleri yapısında toplayan eser, İtalyan müziği etkileri taşır. Opera, o çağlarda alışılmamış uzunlukta bir uvertür ile başlar. Bu parçaya küçük bir ihtilal senfonisi denilebilir.”15

Friedrich Chopin (1810 Zelazovo-vola – 1849 Paris), romantik dönemin en belirgin bestecilerinden ve piyanistlerindendir. Aslen Polonyalı olan Chopin, hayatının büyük bölümünü Paris’te geçirmiştir. 1831’de Polonya’da Rusya’ya karşı başlatılan ayaklanmanın yenilgiye uğraması, Chopin’i çok etkilemiş ve Devrim Etüdü olarak bilinen Do minör Etüd Op. 10, No. 12’yi yazmıştır. Chopin’in piyano müziğine katkıları ve Polonya halk danslarından beslenerek bestelediği kısa piyano parçaları günümüzde bile hala yaygın olarak çalınmakta ve dinlenmektedir.

Müzik içinde bulunduğu toplumun kültürel, sosyal, ekonomik ve politik ilişkilerinin içinden çıkmış ve kültürel evrimin yaratıcı bir parçası olarak onu değiştirmiştir. Tarihsel ve sosyolojik değişimler müzikte belirgin bir yansımasını bulmuştur. Avrupa tarihinde önemli değişimlerin yaşandığı dönemler olan Fransız Devrimi ve 1848 Devrimlerinde müzikte yaşanan değişimleri incelediğimizde de bunun doğruluğunu görüyoruz.

DİPNOTLAR
1 Manhheim Okulu ismi, modern müzikologlar tarafından 1741’den itibaren Mannheim kökenli ve Elektör Palatine Carl Theodor’un (1724-99) sarayıyla ilişkili bir grup Alman besteciye verilmiştir. Bu okulun önemi, Avusturya, Bohemya ve İtalya’dan benzeri ilerici bestecilerle birlikte yaptıkları çalışmalarla, Klasik dönemde Haydn ve Mozart tarafından geliştirilecek olan senfoninin doğuşuna olan katkılarıdır. Mannheim crescendo (sesin dikkatlice artması), Mannheim sigh (meyilli bir apajatur ve onun çözülmesi), Mannheim rocket (yukarı çıkan üçlü kalıplar seti, Johann Stamitz’in G major senfonisinin op3 no1 başındaki gibi). Ayrıca Avrupa çapında şöhrete kavuşan Mannheim Orkestrası’nın kuruluşu da bir başarıdır. Liderleri Bohemyalı besteci ve kemancı Johann W. Stamitz (1717-57), ardından Ignaz Holzbauer (1711-83), Antonin Fils, Franz Xaver Richter (1709-89), Carl Joseph Toeschi, Christian Cannabich (1731-98) ve Stamitz’in oğulları Karl (1745-1801) ve Anton (1754-1809). Büyük Stamitz Mannheim orkestrasına 1745’te katıldı, kısa sürede şef oldu. Kendi eserlerine uygun bir performans stili buldu. Bu stilin özellikleri arasında kemanların melodik itibarının artması, genişlemiş crescendo ve kesin/titiz dinamikler, tremolando ve doğaçlama continuo’nun yerini yazılı bölümlerin alması yer alır.
Kaynak: Basil Smallman, "Mannheim School" The Concise Oxford Dictionary of Music. Michael Kennedy and Joyce Kennedy. Oxford University Press, 2007. Oxford Reference Online. Oxford University Press. Bogazici University Library. 8 April 2012 <http://www.oxfordreference.com/views/ENTRY.html?subview=Main&entry=t76.e5788>
2 XIV. Louis’nin (1638-1715) döneminde Fransa tek bir merkezi monarşi altında birleşmiştir. Ekonomik ve politik anlamdaki bu merkezileşme müzikte de bir çok değişim getirdi. İtalyan doğumlu Jean Baptiste Lully (1632-1687), Fransız Müziğini oluşturmak için Louis tarafından seçilmişti ve uzun yıllar Fransa’da müzikte Lully tekeli sürdü.
3 Faruk Yener, 100 Opera, 1992, Bateş Yayınları
4 Percy Scholes , Sarah Hibberd "Rousseau, Jean-Jacques" The Oxford Companion to Music. Ed. Alison Latham. Oxford University Press, 2002. Oxford Reference Online. Oxford University Press. Bogazici University Library. 8 April 2012 <http://www.oxfordreference.com/views/ENTRY.html?subview=Main&entry=t114.e5775>
5 www.opera-comique.com
6 A.g.y.
7 Paris Konservatuarı’nın temelleri XIV. Louis’nin 1669’da kurduğu “Kraliyet Şarkı Okulu”na dek sürdürülebilir. Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Conservatoire_de_Paris
8 Ahmet Say, Müzik Tarihi, 2006, 6. Basım, Müzik Ansiklopedisi Yayınları
9 O dönemde Fransa Operası, Kral XIV. Louis’nin desteğiyle Lully’nin tekelindeydi.
10 Wendy Thompson , Julian Rushton "Gossec, François-Joseph" The Oxford Companion to Music. Ed. Alison Latham. Oxford University Press, 2002. Oxford Reference Online. Oxford University Press. Bogazici University Library. 8 April 2012
<http://www.oxfordreference.com/views/ENTRY.html?subview=Main&entry=t114.e2970>
11 Öncesinde operalar sarayda sergilenir ve davetli olmayan aristokratlar bile izleyemezdi.
12 İlk halka açık opera evi ise 1637’de Venedik’te Teatro San Cassiano adıyla açılmıştır. Ticaret ve Venedik’in diğer öznel koşulları nedeniyle burjuvazi ve orta sınıf burada çok daha önce gelişmeye başlamıştı.
13 Faruk Yener, Müzik Kılavuzu, 1983, 4. Basım, Bilgi Yayınevi
14 A.g.y.
15 Faruk Yener, 100 Opera