Murger Tomb

Murger Tomb
Henri Murger, Cimetiére de Montmartre, Eylül 2015

Tuesday, May 19, 2020

St. Esprit Katedrali Orglarının Restorasyonu

"İşin ustaları anlatıyor...

İstanbul St. Esprit Katedrali’nin orgu yakın zamanda restore edildi. Restorasyonu gerçekleştiren ustaların ikisi de İtalya’nın Turin bölgesinden olup; 20 yıllık org yapımcısı Mr. Silvio Chiara ile Bolonya Konservatuvarı org bölümü mezunu Fr. Giuseppe Gandolfo. Gerçekleştirilen çalışmalarla ilgili Fr. Giuseppe'ye bazı sorular yönelttik. 

"Restorasyon"dan bahsedersek ... Hangi çalışmalar gerçekleştirildi?

Bu orglar en son restore edildiğinden bu yana 50 yıldan uzun süre geçmiş. O zamandan beri ciddi bir çalışma yapılmamış. Biz de öncelikle toz kir ve tahta yiyen solucanlara odaklandık. Ancak sevindirici şekilde, bu orgun genel yapısı sağlam kalmıştı. Destek tablasının ve boruların tahtası(1) bu tarz saldırılara yeterince dayanıklı olmasını sağlayan kayın, köknar ve ceviz ağaçlarından yapılmıştı. Metalik bölüm dayanıklılığı artıran ve iyi bir tını oluşmasını sağlayan tenekedendi (étain)(2).

Körükle (3m x 1m70) ilgili ciddi bir çalışma gerçekleştirdik. Önce tamamen temizledik. Hayvan kemiği bazlı özel bir yapıştırıcı kullanarak kuzu derileriyle sağlamlaştırmaya karar verdik. Teoride sentetik yapıştırıcılar daha güçlü olmasına karşın gerçekte sıcaklık değişimlerine (İstanbul'un durumunda nem ve sıcaklık) daha zor dayanmaktadır.

Tüm bunlar yoğun bir çalışma gerektirmiş olmalı?

Evet, önceden küçük geçici tamirler "amatörler" tarafından yapılmış. Örneğin, küçük bir boru yerinden alınmış. Onu kendimiz yapmamız gerekti.
İç körükleri(3)
 kontrol etmemiz gerekiyordu ama oraya erişmek oldukça zordu.
İşe başlarken 2 aylık bir çalışma öngörmüştük ama sürenin sonunda beklenmedik durumlarla karşılaşmamak için yoğun bir tempo benimsedik. Neticede haftada 6 gün, günde 12 saat çalışmayla 40 gün süren bir iş oldu.

Böyle iki kişilik bir çalışma için beraber neredeyse mükemmel bir mutabakatla çalışmanız gerekli, değil mi?

Haklısınız! Özellikle, org yapımcısı ve orgcunun öncelikleri her zaman aynı olmuyor. Silvio, teknisyen olarak, teknik özelliklere bakıyor: Boruların yerleştirilmesi ve armonizasyonu. Bense sesin, registerların ve aralarındaki etkileşimin kalitesini doğruluyorum(4). Örneğin, genelde, teknisyenin "Plein Jeu"(5) için "Trompet"in çok, "bourdon"(6)un biraz, "yaylılar"(7)ınsa çok az kullanıldığı bir tercihi varken orgcu tüm registerların kendi kimlikleri olmasını ister... Aslında bu çalışma için, öncelikle aramızda anlaşmamız gerekiyordu. Durum buydu ve bu nedenle bana sorarsanız ortaya güzel bir iş çıkardık.
Bu arada çalıştığımız süreç, 20 dereceye yakın sıcaklıkla orgun spesifik olarak La-435 Hz'e akortlanmasına imkan veren ideal bir dönemdi.

Hangi müzikler sizce bu org için daha uygundur?

Bu çok önemli bir soru. Yaklaşık 100 yaşındaki bu org dini törenler ve eşlik için yapılmış. Avusturya orgları da bu konuda özelleşmiştir. Örneğin bu orgun birbirinin aynı gibi görünen ancak birbirini incelikle tamamlayan birçok register'ı var... "güçlü violon" "yumuşak violon" gibi!(8) Bu orgda Bach, Franck ve Verdi çalınmaz! Elbette her zaman adapte edebiliriz ama gerçekte bu org konser müziğine dayanamaz: orgun kasası titriyor ve bu sebeple de borular hareket ediyor(9)Diğer yandan bu org, 19. yy'ın çok hızlı olmayan, bağlı çalınan Fransız ve İtalyan müzikleri için çok iyi... Dupre, Boelmann, Lemmens, Bossi, Ravenello, Perosi, Pagella... Belki aynı dönemin Avusturya müziği için de uygun olabilir ama o müziği çok iyi bilmiyorum. Gerçek şu ki Saint Esprit Katedrali olağanüstü bir orga sahip.

Biraz Tarih...

*Katedralin, 1854 tarihli Giacomo Bazzani yapımı bir orgu vardı. Ancak bu org ne Kilise'nin önemine ne de orada gerçekleştirilen görkemli törenlerin ciddiyetine uygun değildi. 

*25 Nisan 1886'da, mühendis Borgomastro'lu Giuseppe Bergomi'nin İstanbul'a uğramasından istifade eden rahip Jean Dacus, orgu yeni registerlarla (obua, bas, soprano ve trémolo) zenginleştirdi ve körüğü tamir ettirdi... Ancak sonuçlar çok da tatmin edici olmadı.

*Bu nedenle, 3 Mart 1888'te çağrılan aynı uzman, onu derin bir dönüşüme tabi tutmaya karar karar verdi. Hali hazırda mevcut olan 6 register korundu, klavye, pedal ve mekanik olarak işlev gören körükte bir takım değişikliklere gidildi.

*Açılış töreni 14 Eylül 1888'de, bir çok davetlinin katılımıyla gerçekleştirildi.

*Ölümünden iki yıl önce rahip Dacus, Kilisesinin yeni orgla donatıldığını görme sevincine sahip oldu. Onüçüncü Papa Léon'un taç giymesinin yirminci yıl dönümü vesilesiyle 3 Mart 1898'de Monsenyör Bonetti'nin yardımseverliği ve cömert desteği sayesinde yeni ve muhteşem enstrümanın açılışı yapıldı. Bu yeni org, Avusturya-Macar Jagerndor Silesie bölgesinden Gebrüder-Rieger yapımı 595(10) numaralı, şehrin en iyileri arasında yerini aldı. Önceki org, 100 napolyona Kadıköy Asompsiyon Kilisesine satıldı ve yeni org 13.050 Frank civarı tuttu.

*Bu olay "Levant Herald" ve "Stamboul" gazetelerine çıkarak basında da yer buldu.

*15 Temmuz 1925'te Katedralin rahibi Monsenyör Roch Collaro, orgun tamiri için bir komite kurulmasını onayladı.

*Kasım 1925'te tamir işi Paris'li Cavaillé-Col. A. Couvers(11) org yapım firmasına verildi. Bunun için firmadan mühendis Guy Gauffray ve uzman bir mekanik teknisyeni görevlendirilerek gönderildi. Orga elektrikli bir körük(12) eklendi. 30.000 Frank tutan masrafların yarısı Fransız Büyükelçiliği'nce karşılandı.

*31 Ocak 1926 tarihinde tüm büyükelçilerin davet edildiği Aziz Jean Chrysostome töreni vesilesiyle açılış gerçekleştirildi.

*1933 yılında org katı enine bir metre genişletildi.

Bu bilgiler Monsenyör Delgiorno tarafından sağlanmıştır."


İstanbul'da yayımlanan Presence dergisinin 1996 yılı Ağustos-Eylül sayısında yer alan bu yazı Fransızca aslından Ceren Tosun tarafından çevrilmiştir; teknik terminoloji ve dipnotlar Tarkan Şendal tarafından sağlanmıştır. 



Dipnotlar

(1) Burada destek tablası ile kastedilen, İngilizce terminolojide “windchest” olarak geçen Türkçemizde “göğüs” olarak isimlendirebileceğimiz yapı veya boruların dengede durmasını sağlayan, İngilizce’de “rackboard” olarak geçen yapılar olabilir. Boruların tahtası ile kastedilen ise ahşap borulardır.

(2) Metalik bölüm ve teneke ile kastedilen ise şu olmalı, metal borular ve bu boruların yapımında kullanılan kurşun-kalay alaşımı. 

(3) Burada iç körükle kastedilen yapı, erişimin de zor olduğunuda düşünürsek, Barker makinesindeki pnömatik motorlardır.

(4) Burada armonizasyonla anlatılmak istenenin boruların voicing yani seslendirilmelerinin yapılması olduğunu anlıyorum. Teknisyen voicing işini hallederken Fr. Gandolfo biten bölümleri birlikte deneyerek ortaya çıkan tınıyı değerlendiriyormuş.

(5) Plein Jeu, klasik Fransız orglarında gördüğümüz bir register kombinasyonu adıdır. Tüm koro anlamına gelir ve orgda aktif edildiğinde esas ton (Principals), flütler ve armonik registerleri (Fourniture ve Cymbale) hep beraber duyurur. Burada trompetin de dahil edilmesi, “Grand Jeu” yerine küçük bir yanlışlıkla “Plein Jeu” kullanıldığı ihtimalini akla getiriyor. 

(6) Bourdon/Bordun/Bordone registeri, geniş ölçekli ahşap ve metal borulardan elde edilen bir registerdir, tatlı ve yumuşak bir flüt sesi vardır.

(7) Orgun tonal kompozisyonunda bir çok enstrümanı imite etme fikri vardır. Yaylılar denilince aklımıza orgun içinde keman olduğu düşüncesi gelmesin. Dar ölçekli ahşap ya da metal borularda yaylı sesler elde edilir. Register isimleri de sesinin tınısına göre Violon, Cello vb. gibi isimler alır.

(8) Burada güçlü violon, yumuşak violon ile anlatılan, bu orgda birbirini bas-tiz dengesinde çok iyi tamamlayan ve icra için çok önemli olan yaylı seslere ziyadesiyle sahip olması.

(9) Orgun kasasının titremesi ve bu titremeye bağlı olarak hafifçe hareketlenen boru gövdesi tabir ediliyor.

(10) Şu an Avusturya sınırları içinde bulunan Rieger Orgelbau ve Çek Cumhuriyeti’nde Avusturya’ya gitmeyenler tarafından kurulmuş ve şu an mevcut olmayan Rieger-Kloss firmasından alınan bilgilere göre 596 numaralı bu org.

(11) Buradaki firma ismini şöyle düzeltebiliriz, A.Convers Cavaille-Coll. O tarihte firma büyük org yapımcısı Aristide Cavaille-Coll’den sonra başa geçen 2. kişi olan Auguste Convers idaresindeydi.

(12) Elektrikli körük ile kastedilen nokta, körüğe hava sağlayan bir motor kurulmasıdır. Körüğün eski mekanik aksamı hala durmaktadır.




x

Sunday, May 17, 2020

Eleştirinin Eleştirisi: Yedi Günahın Teşhir Salonları

Ressam Cemal Erez'in "Burjuvalar" serisinden 2018 yılının ilkbahar/yaz aylarında gerçekleştirilen "Yedi Günah" sergisi* için hazırlanan katalogdaki Serkan Şimşek’in kaleme aldığı Yedi Günahın Teşhir Salonları yazısıyla, sergiden iki yıl sonra yine bir bahar mevsiminde karşılaştım. Dünya çapında karantinaya alınışın insanlarda doğurduğu içsel yüzleşmeyle baharın gelişinin/mevsim değişiminin kasveti ve melankolisi örtüşünce, bu yazı ve öne çıkardığı kavramlar üzerine düşündürdüklerini yazmadan olmazdı.

  
Günah
Sergide Cimrilik, Kibir, Kıskançlık, Oburluk, Öfke, Tembellik, Şehvet günahlarının her biri için bir yağlıboya tablo yer alıyor. Günah, ilk bakışta insanın dışından, "şeytan"dan kaynaklanan bir kavram gibi geliyor ancak tam tersi, insanın bir parçası. Sahip olduğumuz için mutlu olmamız gereken, yok saymamamız, barışmamız gereken arzulara işaret ediyor. Günah kavramı, Kilise'nin, genel anlamda da “ideolojinin”, kişiyi kendinden, dünyevi olandan, maddesel olandan uzak tutup daha kolay hegemonya altına alabilmesi, daha kolay kontrol edebilmesi için üretilmiş sanki. Aslında tüm bunlar (kıskançlık, oburluk, şehvet, öfke, vs) insan olmaya içkin, yok sayılmaması, yüzleşilmesi gereken duygular.

Böyle bakınca Şimşek'in
Sergide yapıtın izleyicisiyle kurduğu ilişkiye verilen özel bir önem beliriyor. Sanatçının açık yüreklilikle davet ettiği bu salonlarda gönül rahatlığıyla dolaşamıyoruz.Eserlerin dışında kalmamız istenmiş. ... İçine düşmekten korkacağımız kadar abartılı olan bu sahneler, izleyicinin sahnedeki kendisini hayal etmesinin bir imkanına dönüşüyor. Sanatçı bu uygarlıktaki izlerimizi bize göstermenin yolunu bulma peşinde. Burjuva yaşanış biçimiyle “Günah”ların mesafeli seyrinden, izleyicinin kendisinde yaşanış biçimiyle “Günah”lara giden eleştirel bir köprü bu.” 
yorumu çok anlam kazanıyor. Kişinin kendinde “günah”ı sorgulamasına, bunlarla yüzleşmesine olanak veriyor resimler. Yazının başlarındaki
“Burası bir "insanat" bahçesi. İçindekilerin doğal yaşamlarında olduklarını sandıkları bir bahçe. ... Parçalayan, yok eden, çalan, kibirlenen, gözetleyen, işkence eden, öldüren varlıklar sahneye çıkarılıyor."
benzetmesi de bunu destekliyor; izleyici kafeslerin dışında, küçük-büyük burjuvaların doğal yaşamlarını izliyor. 

"Bir Bürokratın 24 saati" sergisi için kaleme aldığı "Bürokratikleşene Karşı"da 
"Figürlerin yeniden üretilmişliğinin yanında özellikle resimlerde kullanılan uzayın belirsizliği ve devingen yapısı bilinçdışı bir mekanla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. ... Cemal Erez'in araştırma nesnesiyle kurduğu özgün ilişkiyi ifade yolu olarak seçtiği bu rüya-mekan; bürokrasi kavramının billurlaşmış bir iktidar aygıtı olarak varlığından, en özel içsel mekanizma olarak bir insanın içindeki varlığına giden bu yolculuğu mümkün kılmaktadır." 
diyerek açıkladığı mekan kullanımı 7 Günah resimlerinde de benzer şekilde bulunuyor. Bu mekanların soyutluğu, “rüya-mekanlar” insanın bilinçaltına gönderme yapıyor. Yani bu sahnelerdekiler izleyicinin dışında değil, aslında belki de kendi içimizdeki odalar. Resmedilen yaratıklar bile kendi içimizde devinim halindeler sürekli.
Şimşek de “Yaşamsal akışı mülkiyetin ağırlığıyla donmuş olan mekanlar.” diyerek günah’ın kaynağına daha seküler bir açıklama getiriyor: mülkiyet. Din ne kadar günahtan kaçınmayı öğütlüyorduysa kapitalist ahlak da bir o kadar günaha çağırıyor bireyleri. Dinler, insandaki günahkarlığı dışlayarak toplumu hegemonyası altına alırken, kapitalizm/piyasa ekonomisi insanı günaha davet ederek, günahkar kılarak hegemonya kurmaya çalışıyor.
Hieronymus Bosch, Dünyevi Zevklerin Bahçesi

Cehennem
7 Günah ve onun teşhir salonları bana ilk başta Dante’nin cehennemini çağrıştırdı. Orada Dante’ye Vergil eşlik ediyordu. Burada, koridorda yürürken tek tek kapıları açıyoruz:
"Gizli koridorlardan geçip, reel bir anti-ütopyanın teşhir salonlarına varıyoruz, tedirginlik dolu bir gezi.".
Burada bize eşlik eden, yol gösteren, ressamın kendisi mi yoksa yazar mı?

İlahi Komedya'nın Türkçe çevirisinin önsözünde Dante'nin Cehennemi, dibine doğru inildikçe daralan, iç içe dokuz daireden oluşan bir çukur olarak tasvir ediliyor: 
"Dairelerin her birinde ayrı bir günah işlemiş olanlar cezalandırılır. Aşağıya doğru inildikçe ceza ağırlaşır. Cezayı veren Tanrı değildir. İnsanlar Araf'a, Cennet'e gidebilecekken yaşarken yaptıkları yanlış seçimler sonucunda Cehennem'e gitmişlerdir. Çarpıldıkları cezayı, yeryüzünde sürdükleri yaşamlar kendileri belirlemiştir. Cezanın ağırlığı, işlenen günahın ağırlığı ile orantılıdır."1 
Dante'nin Cehennem'inin aksine, 7 Günah'ta insanlar cezalandırılmıyorlar: 
“Burası bir Cehennem. Ancak işlenilen günahların sonucunda cezaların birer işkence halinde sunulacağı bir yer olarak değil. Olunan hale mahkum kalınan bir yer olarak cehennem. Burada, bu varlıklar için tarihin akacağı bir yer yok. Zamanı olmayan bir haldeler, Onlar artık hep öyleler. Sürekli yok oluş içerisindeler ama asla sonlanmayacaklar.” 
Şimşek'in bu yorumu, Cehennem’in aslında yaşadığımız hayat olduğu fikrini de çağrıştırıyor. Yakın zamanda Sartre’ın dediği “Cehennem başkalarıdır.” ve Hugo’nun dediği “Cehennem yalnızlıktır.” sözlerini düşünüyordum, hangisi doğru diye. Farklı bir açıdan da hem ikisi hem hiçbiri denebilir. Erez'in eserlerinde de Cehennem yaşadığımız hayatta aranıyor, dışsal bir yerde değil.
  
Müzik
Yazıda değinilmemiş ama tabloların çoğunda bir enstrüman var. Bosch'un Bahçelerinde de enstrümanlar var hatta cehennem panosundaki günahkarlardan birinin üzerine notalar bile yazılmış***. Resimlerdeki enstrümanlar rastgele mi kullanılmış, yoksa içlerinde yer aldıkları Günahlarla bir ilişkileri var mı?

İlk resim cimrilikte elektrogitar, üçüncü resim kıskançlıkta klarnet, beşinci resim öfkede kırık bir keman, altıncı tembellikte kontrbas ve kanun görüyoruz. İkinci resim kibirde ana figürün şarkı söyleyen edasından vokal olduğunu çıkarabiliriz. Şehvet'te trompet veya flüt çaldığını düşündüğüm bir figür var enstrümanın kendisi oldukça belirsiz. Oburlukta ise müziğe ilişkin bir imge gözüme çarpmadı. İlk göze çarpan ortak noktalarıysa, kişinin elinde bulunuyorsa bile kimsenin bunları çalıyor olmamaları.  

Sanatçı bunları bilinçli bir anlatım içinde mi kullanmıştır yoksa günlük hayattan nesneler olarak mı yer vermiştir emin olamamakla birlikte, kendi kişisel tarihinden bu günahlara yakıştırdığı sesler olduğu varsayımında bulunuyorum. Bende uyandırdığı yansıma ise, bu müzik aletlerinin karakterleriyle içlerinde yer aldıkları günahların bir uyum içinde olduğu. Elektrogitar, 20.yyın ikinci yarısında ortaya çıkmış, bir nevi endüstrileşmenin simgesi ve oldukça gürültülü bir alet. Cimrilikteki eli sıkılık ve sahip olduklarını kendine saklama, paylaşmama güdüsünü diğer tüm enstrümanları bastıracak güçteki elektrogitarla benzetebiliriz: "Tüm müzik benim". Kibirde, kişinin kendi düşüncelerine ve görüntüsüne hayran olmasını tamamlar şekilde kendi sesine hayranlığının bir göstergesi olabilir. Klarnet, hem batı hem doğu müziğinde de kullanılabilen, ancak daha ziyade üflemeli bir çalgı olmasıyla tanımlanabilecek bir enstrüman olarak, diğer insanlara duyulan kıskançlıkla tüm nefesiyle klarneti üfleme eyleminin benzerliği üzerinden okunabilir. Öfke tablosundaki kırık keman yoruma çok da gerek bırakmadan kendini ifade ediyor: yumuşak ve içten müziğin kabalıkla ve baskıyla susturulması. Tembellikte kanun ve kontrbas olarak hem doğu müziğine hem batı müziğine ait iki enstrümanın olması, belki de tablodaki uyku ve rüya görme olgusuna referans veriyor: Rüyaların gerçeküstü müziğini bu iki ilgisiz enstrümanın birlikteliği tasvir ediyor. Şehvette yine üflemeli bir enstrüman olarak, herkesin birbirine ağzıyla uzandığı bu tabloda, ağızla çalınması nedeniyle yer alıyor olabilir. Oburluk resminde hiçbir enstrüman olmaması, acaba vardı da onu da yediler mi diye düşündürüyor.

Kıskançlık, Cemal Erez, YKY Kültür Sanat


İçerisi/Dışarısı
Burası bir hapishane. ... Dışarıyı bir ihtimal olarak bulundurmayan bu yaratıkların başka bir dünyayı arzular halleri yok.” demiş Şimşek teşhir salonları için. İçerisi hapishaneyse, dışarıda başka bir dünya, başka bir hayat mümkün. 
 
Bu durağanlık, düzenin parçası olma ve alternatif aramama hali de bir nevi cehennem. Ursula Le Guin'in Mülksüzler kitabı da bu analojiyle başlar, Anarşist Anarres gezegeninde tüm gezegenle uzay roketi sahasını ayıran bir duvardan başka hiç sınır yoktur. Ama içerisi duvarın bu yanı mıdır, diğeri mi diye sorgulanır.

Benzer eleştiri "Bürokratikleşene Karşı" yazısında da yapılıyor. Var olan düzeni sorgulamadan onu olduğu gibi devam ettirme şeklinde yorumlanabilecek bürokratizmin muhafazakarlığı sandığımız gibi bizim dışımızda mı?
Yok oluşlarından başka varolma halleri olmayanların sonsuz kederlerinden dışarı çıkamayışları ile yüzleşiyoruz.
 derken kastedilen sonsuz kederle kendi içimizde tanımlanamayan varoluş hali benzeşmiyor mu?
Yazının devamında Şimşek bu soruna daha farklı bir açıdan da değiniyor:
"Eserlerin izleği, sanatçının kesin olarak bildiği ve içinde tanıdığı toplumsal tarihsel olgular ile tasarlanmış. İzleyiciye doğru dönen eleştiri köprüsü de bu sınırlar göz önüne alındığında anlam kazanmaktadır. Dışarıdakilerden bahsedilmemesi, dışarıdakilerin "Günah"sızlığından değildir. ... içeridekileri içine alan bir sınır var ise, bu sınır dışarıdakileri de dışarıda tutacaktır."

Mağaralar
"Sahnelerin içerisinde dolaştıkça, sakin geçecek bir kız gezintisi şeklinde planlanmış yolculukta, unutulan, yok sayılan ve yanlışlıkla keşfedilen mağaraların içlerinde olanlara tanık olmanın ürküntüsü takip ediyor izleyicileri."
Yazıda okuyana kadar bazı tabloların mekanının mağara olduğunu fark etmemiştim. Platon'un mağarasında, dışarıdaki nesnelerin içerideki duvara yansıyan gölgelerini gerçek hayat zanneder içeridekiler. Resimlerdeki bu mağara alegorisi sayesinde izleyici bu tablolara mağaranın dışından tuzu kuru bir şekilde bakarken içeride gölgelerle yaşayan ve dışarıdaki dünyanın farkında olmayan zavallılarla arasına bir mesafe koyuyor. İçeridekilerin gerçekten dış dünyanın farkında olmadıklarından mı yoksa bilerek mi gölgeler dünyasında kaldıklarından emin değiliz.

Bazı izleyiciler ise bu mağaraları, zihinlerinde henüz belki kendilerinin bile keşfetmediği veya yüzleşmekten kaçındığı kendi gölgeler dünyası olarak görüp eleştiriyi kendine yöneltiyordur. (Karanlığın en koyu olduğu anın güneş doğmadan hemen öncesi olması gibi, Dantevari şekilde kendi zihninin mağaralarını keşfederek dışarı çıkma yolunda ilk adımı atan bu izleyiciler için oldukça zahmetli ve uzun olacak yolculuklarında güç diliyorum.)


Biçim
Serkan Şimşek eser incelemelerinde figürlerin, formların, dinamizmin, perspektif kullanımının sentezindeki kaynakları başarılı şekilde özetliyor. Mekan kurgusuyla bilinçdışının ilişkilendirilmesi bu başlıkta da karşımıza çıkıyor:
"Figürlerin çerçeveye yerleşimindeki hiyerarşisiz düzen, bilinçdışının mekan kurgusudur. Ressamın izleyiciye sunduğu zaman ötesi bu mekanlar, bir başka açıdan bakıldığında insanlığın imgesel rahmini** işaret etmektedir."
Şimşek, sosyal gerçekçiliğin yalnızca realist biçemle sınırlı olmadığını, her bir tabloyu ayrı ayrı ele alarak yaptığı analizlerle gösteriyor. Bürokratikleşene karşı yazısından alıntılayacak olursak:
"Çoğulcu akımların farklı özelliklerini kendi tezgahında oldukça kişisel bir yolla sentezleyen ve girdiği her kapıdan kendi oluşturduğu biçimsel ifadenin ihtiyaçlarına cevap oluşturacak bir takım özelliklerle çıkmayı başaran bir sanatçıdan bahsediyoruz. Ancak Cemal Erez'in eserlerini anlatan en yakın konumlandırma sosyal gerçekçiliktir. Sentez, bu tutumun özgün ve kişisel tezgahında örülmektedir. ... Cemal Erez tarihsel bir tartışmada sahne alarak, toplumcu eğilimlerin estetik ifade biçimi olarak akademik gerçekçilikten uzaklaşamayacağı ya da uzaklaşmaması gerektiği yönündeki indirgemeci yaklaşımlara cevap vermektedir."
Resmedilen yüzlerdeki ifadeleri çok beğendim, öyle ki modelden çalıştıysa yüzü bu günahlarla yaşayacak olan model ben olmak istemezdim gibi geliyor.

Yazarın figürlerdeki ifadeye dair cümleleriyse bence hem dili hem içeriğiyle yazının zirvesini oluşturuyor:
"İlişkilerin asıl gerçekliğinin izini süren ressam, bu gerçekliğin derinlerine nüfuz etmesini sağlayacak olan formu cesaretle araştırmaktadır. Bir ezbere uymaktan ziyade içeriğine uygun olan biçimin kendisini bulmasına fırsat tanımaktadır. Çağrışımların arkasına saklanma kolaycılığı yerine doğrudan göstermenin biçimin aramaktadır. Kendini tüketen bir uygarlığın kendini yiyen varlıkları resmedilmektedir. Yüzlerde mutluluk ya da bir diğerini bağışlama yok. Dirençsizler. Ama yıldırılmış olmaktan çok, kendi günahlarının sonuçları gibiler. Figürler kendilerini aramaktan çok, hiçbir farkı olmayan bir diğerine dönüşüyorlar. Halinde tam olana rastlamıyoruz. Bir arayış ya da yanılgıyı düzeltme iradesi olmadan dönüşmekteler. …. Canlı birer ceset olarak çirkin öz formlarına kavuşmuş durumdalar.”
Yazıda her bir günahla resimler arasında kurulan benzerlikler de oldukça aydınlatıcı. Ben de resimlere baktığımda kendi kişisel tarihimdeki farklı eserleri çağrıştırdılar.

Gerçeküstücülükle burjuvazi eleştirisini birleştiren sahneler Luis Bunuel’in “burjuvazinin gizemli çekiciliği” filmini çağrıştırdı. Sosyal gerçekliği kalıplaşmış yöntemlerle değil de kendine has bir üslupla veren biri denilebilir mi onun için de?

Resimlerde, Şimşek'in de dikkat çektiği şekilde bir devinim ve döngüsellik göze çarpıyor. Yalnız bu devinim bir başka yere götüren değil ancak kendini olumlayarak yeniden var eden bir hareketi ortaya çıkarıyor:
"Bulundukları duruma yabancılaşan bu yaratıklar nereden geldiği ve nereye varabileceği belirsiz olan oluşlarında sadece savrulmaktadır. Resimlerde farklı derecelerde beliren, kendi çevresinde dönen dairesel hareket sonsuza kadar devam edecek gibidir. Başlangıcı olmayan bu hareketin tarihi de yoktur. ... Sergide, öz olarak öznesizleştirilmiş sahnelerle karşı karşıya geliyoruz."
Kıskançlık tablosundaki mekanın perspektifini Boris Vian’ın Günlerin Köpüğü kitabının bendeki baskısının kapağına benzettim, sürrealist olmalı o kitap da. Filmi de çok güzel, tavsiye ederim. 

Oburluk, Cemal Erez, YKY Kültür Sanat
 
Oburluktaki sarma, dolma, karnabahar gibi yiyeceklere baktıkça tedirginlik hissi değil de gülme hissi geldi! Sanki bir katolik kilisesi duvarında insanın günahkarlığını anlatan korkutucu bir resim var ama resimde yaprak sarması var, sarma nasıl günah olabilir :)

Tembellik, Cemal Erez, YKY Kültür Sanat
Tembellik, Cemal Erez, YKY Kültür Sanat

Tembellik sahnesi için yazıda geçen “kendi kararlarıyla uyumamışlar da daha çok uyutulmuşlar gibi bir halleri var” ifadesi bana Bruegel’in Esriklik Diyarı resmini çağrıştırdı. Hem içerik hem figürlerin yerleştirilişi açısından.
Pieter Bruegel, Esriklik Diyarı

Şimşek'in şehvet tablosunda "çıplaklık var ama tatmin yok" yorumunu çok beğendim; “tatmine ulaşmayı değil, ulaşmayı engelleyen”. Zaten günümüzün tüketim toplumunun özeti bu değil mi? Figürlerin ağızlarının birbirlerine ve nesnelere uzanıyor oluşu dikkatimi çekmişti ama anlamlandırmamıştım: “ağız ile arzu nesnesine ulaşma çabası sadece diğerini yok etmek için”.

Cemal Erez, Şehvet (Lüksür), YKY Kültür Sanat
                                                               Cemal Erez, Şehvet (Lüksür), YKY Kültür Sanat


Yüzlerin düşündürdüğü başka bir olguysa acıyla hazzın arasındaki çizginin inceliği. Resimlerdeki "yaratıklar" günah olarak nitelenen hazlarının peşindeyken içten içe acı da çekiyorlar. Ancak çektikleri acı, arzularının peşinden gitmelerini engellemiyor ve aynı döngüye dönmelerini durduramıyorlar. 

Hazır bugünlerde her şeyi sorgularken, değişmesini istediğimiz biraz da bu değil mi?

Eleştirinin Eleştirisi

Cemal Erez'in 7 Günah resimleri, izleyiciyi insan zihninin derinliklerinde, ya da başka bir bakışla cehennemin katlarında dolaştırırken Serkan Şimşek de bize bu yolculukta eşlik ediyor. Eserle izleyici arasında yer alan eleştirmen, adeta alımlayanın zihninde onları yeniden üretiyor. Sanatçı açısından da bir nevi alımlayıcının yerini alarak eserlerini yeniden düşünmesini, belki de zihninde yeniden konumlandırmasına yol açıyor. Eleştirmenin 7 Günah tablolarını alımlayışı, bize bu resimlere bakışta yeni bir kapı açarak düşüncelerimizi zenginleştirirken izleyiciyle sanatçı arasında bir köprü de kuruyor. İzleme deneyimini baltalama ihtimali de olabilen eleştiri, Şimşek'in yazısı özelinde bu deneyimi derinleştiriyor, yeni fikirler ekliyor. 

Dördüncü bir göz olarak eleştirinin eleştirisi ise bu ilişkiye yeni bir boyut ekleyerek denklemleri çoğaltıyor ve eleştirmenin kendi alımlamasını yeniden düşünmesini sağlıyor. Benim açımdan da eleştirinin eleştirisinin, kendi müzik eleştirilerime dışardan bakabilme fırsatı sağlayarak yeni bir kapı açtığını söyleyebilirim. Müzikte, resimden farklı olarak besteciyle dinleyici arasında nota yazısı ve yorumcu gibi iki boyut daha eklendiği düşünülürse, müzik kritiğinin çok katmanlı yapısı ve eleştirinin çok daha derinlikli yapılması gerektiği sonucu çıkıyor.


Dipnotlar

*Aynı serginin diğer bölümü "Bir Bürokratın 24 Saati" aynı katalogda yer almakta olup Serkan Şimşek'in bu bölüm için de "Bürokratikleşene Karşı" adlı yazısı bulunuyor.

**“insanlığın imgesel rahmi” çok çarpıcı, etkileyici bir ifade. Sırf bunu bile düşüne düşüne bitiremez insan

***Bosch'un resimlerinde yazılan notaların bazı seslendirme denemelerini Youtube'da bulabilirsiniz.


Kaynaklar:

1. Rekin Teksoy, Önsöz, İlahi Komedya, Dante, çev. Rekin Teksoy, sy19, Oğlak Yayıncılık, 1998.

2. Serkan Şimşek, Yedi Günah'ın Teşhir Salonları, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Mayıs 2018.

3. Serkan Şimşek, Bürokratikleşene Karşı, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Mayıs 2018.