Murger Tomb

Murger Tomb
Henri Murger, Cimetiére de Montmartre, Eylül 2015

Wednesday, September 5, 2018

Heiligenstadt, Beethoven

Seyahat yazılarım arasına aldığım bu yazı, şüphesiz, Romantizme yolculuğumla ilişkili; bir o kadar da yalnızca Tezer Özlüvari1 ölmüş duygudaşlarla buluşma anlamı taşıyor. 

Venedik'te Ölüm üzerine Müzik Bilim Dergisi'nin ilk sayısında yayımlanan Erdem Çöloğlu yazısını açtığımda, yine aynı sayıda çevirisi yayımlanmış Beethoven'ın Heiligenstadt Vasiyetnamesi'ni okumayı yıllardır ertelediğimi fark edip onu okumayı öne aldım.  Bu metinde yer alan "Ey insanlar, bunu okuduğunuz zaman, bana haksızlık ettiğinizi düşününüz ve talihsiz kişi, değerli sanatçı ve insanlar arasına kabul edilmek için gücünün yettiği herşeyi doğanın engellerine rağmen yapmış, kendine benzer birini bulmakla avunsun." ve her ne kadar o satırları yazarken 32 yaşında olsa da "28 yaşında filozof olmaya mecbur kalmak kolay değil; herhangi birine nazaran bir sanatçı için daha zor." cümleleri genç Beethoven'la duygudaşlık kurmamı sağladı. 

Bir yandan, "insanlar arasına kabul edilmek" ifadesi sarsıcıyken (çünkü sanatı dışında onun insanlar arasında kabullenilmesini sağlayacak bir özelliği olmadığını düşünüyor ve o yıllarda henüz doğmamış psikolojik yaklaşıma göre belki de ailesi tarafından öyle yetiştirilmesinin, yani sevgi görmenin tek yolunun bu olmasının ceremesini çekiyor) bir yandan benim de 28 yaşında olmam bu satırların nezdimde parlamasını sağladı.

Yaklaşık 10 ay önce, duyuşumda bir anda başlayan tuhaflık nedeniyle KBB'ye gittiğimde ve sağ kulak zarımda büyük bir yırtık olduğunu ve ameliyat gerekebileceğini öğrendiğimde aklıma ilk olarak Beethoven gelmişti (bir de yıllar önce kulak zarı dikme ameliyatı geçirmiş olan annem tabi ki:). 

İnsanlar arasında kabul görmenin tek yolunun sanatı; yani yapıp ettikleri olduğunu ve işitme duyusunu kaybetmesiyle birşey yapıp edemeyeceğini zannetmesinin henüz 28-32 yaşındayken intihara varan kötü bir psikolojiye sürüklemesi de kendimle benzer bir çocukluk hikayesi kurmama neden oldu. Bende intihar olarak değil belki ama kendini sabote etme şeklinde sonuçları oldu. Tam bu noktada, sadece müzik geçmişi ya da sadece müzik-dışı geçmişi olanlara fazla birşey ifade etmeyecek ama ikisine de aşina olanlara ya da çok disiplinli hayatlar sürenlere anlamlı gelecek bir şey söyleyeceğim. 

80'lerden beri yaşanan Türkiye hikayesinde "derslerinde iyi" olan çocukların Fen ve Matematiğe yönlendirildiği hepimizin malumudur. Bu durumdaki çocuklar iki uçta bulunur: 

1) Bir sebeple (kötü öğretmen, farklı genetik, sıkıntılı aile ilişkileri, vb) Fen ve Matematiğe yatkın olmayıp başka konulara yetenekli olabilecek çocuklar (bunların çoğu keşfedilemezken şanslı birkaçı yetenekli olduğu alana yönlendirilebilmiş ve "hayatını kurtarabilmiş"tir).  

2) Bir sebeple zekası, algıları, çalışma disiplini ve öğrenme azmi yüksek olup "ne olsa yapacak" çocuklar. Ben kendimi bu grupta görüyorum. Ama birçok okul arkadaşım gibi zeka olarak daha iyi olduğumdan değil; çalışma disiplinim olduğundan ve öğrenme azmim yüksek olduğundan. Bunun nedeni de; Beethoven'ın kendiyle ilgili bahsettiği gibi "değerli sanatçı ve insanlar arasına kabul edilmek için gücünün yettiği herşeyi doğanın engellerine rağmen yapmış" olmaktan kaynaklanıyor. Bu konuda sayfalarca mütalaa edebilirim ama en iyisi yüz yüze konuşmak.

Toparlamak gerekirse;

Beethoven'ın sağırlaşacağının engellenemeyen bir durum olduğunu anladığında intihara kadar sürüklenmesi, o yaşına kadar ailesinde ve bu yönelmeyle toplumda da sadece müzik yeteneğiyle (çünkü babası da müzisyendi. örneğin fizikçi olsa, oğlu Ludwig beethoven da fizikçi olurdu veya fırıncı olsa fırıncı, vb) kabul görmüş ve para kazanmış olmasıdır. Sevgiye ulaşabilmesinin tek yolu, anne-babasinin ona sevgi gosterme sekli olan iyi muzik yapabilme yetenegini tekrar etmesidir. Yani sevgiye ulasma paterni, ailesinin sundugu tek yol olarak muziginde basarili olmaktir.

Bu vasiyette beni etkileyen diger ifade "28 yaşında filozof olmak" ve 32 yaşında intiharı düşünmek, yakın zamanda okuduğum Fikirler İçin Ölmek adlı kitapta iddia edildiği üzere, savunduğu fikirleri, onlar için ölerek taçlandıramadığı/tutarlı kılamadığı sürece toplum içinde bir yeri olmayacağını düşünen filozof/düşünür karakterini çağrıştırıyor. Neyse ki, aynı zamanda bir patrona/mesene feodal ilişkilerle bağlı kalmayıp kentin burjuvalarının desteğiyle yaşamını sürdürebilmiş olması bakımından ilklerden birini temsil etmesi bağlamında, "sağır bir müzisyen" olması ölmesini gerektirecek bir karşıtlık doğurmuyordu. Yani sağır bir muzisyenin, iktidari elestiren bir filozofla  benzerligi yoktu. Ayrıca, "şehit filozoflar" gibi varoluşu, gerçeği ama yalnızca gerçeği söylemek (parresia) olmadığı için, Heiligenstadt'ta intihar ederek değil; etmeyerek tarihe geçen biriydi.  









1Tezer Özlü, Yaşamın Ucuna Yolculuk ismiyle Türkçede yayımlanmış kitabında sevdiği yazarların izinden bir Avrupa Yolculuğu yapmaktadır.