Ankara ...
"Ankara" diye düşündü. Onca şehir içinde, tereddüt etmeden "sevmiyorum" diyebileceği ender şehirlerden. Neden Ankara'yı sevmiyorum? Sevdiğim şehirler İzmir, İstanbul, Bursa, ... doğup büyüdüklerim. Doğmasam da büyüdüklerim. Keşke doğsaydım dediklerim.. Ankara hiçbir zaman onlardan olmadı. Belki de Oğuz Atay'ı sevmememle ilgisi vardır. Orhan Veli'yi, Bach'ı, Iron Maiden'ı diğerlerinden daha çok sevmemle de ilgisi olabilir. Mutlu çocukluğum, her doğum günümün -belki sıkıntı verecek derecede- kutlanması, ruhumu dağlayacak denli yaralar açmış bir varoluş arayışına düşmemem, hayatımın değişik dönemlerinde değişikliğe uğramamış önü-sonu belli karakterim, babam gibi 28 yaşında baba olmayıp ailemin yazgısına boyun eğmeyişim... Ankara belki tüm bu olmadıklarıma boyun eğmeyi ve olmaktan gurur duyduğum benliğimin silikleşip kaybolmasını çağrıştırıyordur. Belki de korkutuyordur. Çünkü silinip gitmekten herkes korkar ve korktuğundan nefret eder..
Silinip gitmek.. diye düşündü. "Sanırım o durakta inmeyip, dünyayı toptan terk etmeden önce bir hikayem olmasını istemem bu korkudan kaynaklandı" diye de düşünecekti ki kızıl saçlı kız tuvaletten döndü ve yine dünyanın en mutlu haberini almışçasına gülümsedi. Bu gülümsemenin içtenliği, kısılan ve çizgi haline gelen göz yuvarlağına karşın kocaman ve pırıl pırıl parlayan göz bebeklerinden anlaşılıyordu. Bu mutluluğun sebebinin kendisi olduğunu düşünerek sevinçle karışık bir gurur hissetti. Kız "oh ya ne güzel, büyük maceranın ilk durağına geldim, bundan sonra beni bekleyenlerden o kadar heyecanlanıyorum ki gülümsememi durduramıyorum !" diyene kadar.. "Demek ki onu gülümseten ben değilmişim.." diye düşünerek, kendinin bile fark edemeyeceği kadar küçük bir hayal kırıklığı yaşadıktan sonra "Evet ya, ben de gelecek maceralar için çok heyecanlanıyorum; iyi ki beni de çağırdın" dedi.
Sigarasını söndürdükten sonra, sıradaki hareketlerini planlamak için içeri girip gardaki bir kahveciye oturdular. Kızılın Ankara'da birkaç arkadaşı ve akrabası vardı ve onları görmeden devam etmek istemiyordu. Bu birkaç günde o da eski bir arkadaşında kalabilirdi. Otururlarken arkadaşını aradı ve uzun bir yolculuğa çıkmadan önce birkaç gün şehirde olduğunu, müsaitse onda kalmak istediğini söyledi. Ancak arkadaşı da şehir dışında olduğu için birkaç gün kalabileceği hostel veya otel bakındı. Böyle bir seyahati planlamadığı için pek parası da yoktu ve en ucuz yollu hostelde bir yer ayırttı. Kız ona kahvaltılık birşeyler ve en sevdiğinden kahve almıştı (hiç sormadan sevdiği sade ve sert kahveyi doğru tahmin etmesi biraz şaşırtmıştı:). Birlikte onları yerlerken "aslında Kapadokya'ya hiç uğramasak mı, vakit ve para kaybı. Hatta sonrasında Azerbaycan'a kadar gitmeye gerek yok, Bakü'ye gidersek oradan feribota binip Türkmenistan'a geçmek gerekir. En iyisi Gürcistan'dan Ukrayna'ya ve Rusya'ya geçmek; belki arada BaşKurdustan gibi kafkaslardaki çeşitli küçük ülkelere de uğranabilir." falan diyordu.
Kız bunları anlatırken gözlerim ellerine kilitlenmişti. Benim kısa ama biçimli parmaklarıma karşın onun beyaz ve boğum boğum parmakları, anaç parmaklarına tezat kırmızı ojeli ince uzun tırnakları, sonradan keşfedeceğim ama o sırada tahmin bile edemeyeceğim yumuşaklıktaki dokunuşları... Bunları düşünürken nereden çıktı bilinmez, "Doğu Ekspresi'ne bindin mi hiç?" dedim. Kız "aa hayır, sen?" diye sordu. "Ben de hiç binmedim." dedim gözlerim parlayarak. Gürcistan'a gideceklerse (hele ki o mevsimde) en güzel seçeneğin Doğu Ekspresi olduğuna karar verdiler. Kız "AA belki demiryolu hikayecilerini bile görürüz." diye kendince sevinçler yaşadı ama en çok da adam yolculuğu sahiplendiği ve birlikte gitmeleri için bir rota önerdiği için mutlu olmuştu. Adamın onunla birlikte yolculuk etmeyi kabul etmesi hoşuna gidiyordu; nasıl olsa önünde yalnız alacağı çok uzun yollar vardı ve ne kadar çoğunda yol arkadaşı olursa kendisine o kadar iyi geleceğini hissediyordu. Ayrıca adam oldukça hoş, karizmatik, kısa da olsa konuşmalarından anladığı kadarıyla zeki ve ses tonuyla olsun, bakışlarıyla olsun etkileyici biriydi. Buna karşın, adamdaki ketumluk, aslında niye yola çıktığına dair bilinmezlik, kızdan herhangi bir beklentisi yokmuş gibi görünmesi ama alttaki niyetinin kestirilemezliği gibi etmenler kızı da hep tetikte olmaya mecbur kılıyordu. Yine de bu gibi durumlarla nasıl baş edileceğini öğrenmek için de iyi bir deneyim olacaktı ve kız "hadi o zaman, hazır gardayken doğu ekspresi biletlerimizi alalım" dedi.
Bilet bulmaları oldukça zor olmasına rağmen yaklaşık 1 haftanın sonunda, 2 kişilik yataklı kompartmanda Doğu Ekspresi biletlerini aldılar. Bu süre zarfında ikisinin de ne kadar içi gitse de birbirlerine müstakbel yol arkadaşı mesafesinden daha fazla yaklaşmadılar; çok az görüştüler ve konuştular. Kız teyzesinde kaldığı ODTÜ lojmanlarından Ayrancı'daki kuzenine gitmek dışında pek çıkmadı, bir daha çok uzun bir zaman tadamayacağı düzenli bir aile hayatının tadını çıkardı; adam da en ucuzundan oda tuttuğu Ulus'tan Kızılay'ın ilerisine geçmedi ve uzun zamandır yaşamadığı serseri günler geçirdi.. Yola çıkma sebebini ve şimdi ondan giderek uzaklaştığını düşündükçe, "en fazla 3-5 ay kaybederim, nolacak ki!" diyerek kendini avutuyordu.
Tren günü geldiğinde yine garda buluştular. İlk gün oturdukları kahvecide oturdular. Sanki artık resmiyeti kaldırabilirlermiş, ilk güven eşiğini aşmışlarmış gibi birbirlerine gülümsediler. Tren istasyona yanaştı, binip kompartmanlarını buldular. Kız sırt çantasını yerleştirdi. Adamınsa yerleştirecek bir sırt çantası dahi yoktu. Vagondan inip birbirlerine kaçak bindikleri tren maceralarını anlatırlarken son sigaralarını içtiler (kız ara sıra içiyordu). Yine konuşmanın bazı anlarında, şaşırtıcı bir estetikle sigarayı tutan siyah ojeli ellerine daldı. Bu arada görevli, kalkış düdüğünü çaldığında kompartımana bindiler ve raylar harekete başladığında gözlerini pencerenin dışı yerine birbirlerine dikmiş şekilde asıl yolculuklarına başladılar..