1945 yılından beri İstanbul’un müzik yaşamına önemli katkılar sağlayan, kurucuları arasında Cemal Reşit Rey, Nadir Nadi, Halit Ziya Uşaklıgil, Lütfi Kırdar ve Afif Tektaş gibi isimlerin bulunduğu İstanbul Filarmoni Derneği, 20 Ekim 2018 Cumartesi akşamı, All Saints Kilisesi’ndeki çok özel bir konserle Moda sezonunu açtı. Can Okan’ın piyanoda J. S. Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye eserinin 1. Kitabından seçme prelüd ve fügleri seslendirdiği konsere Aydın Büke de sesli program notlarıyla katkıda bulundu.
Konserin kendisi kadar dinleyicileri de özeldi. Benim tanıyabildiğim kadarıyla İdil Biret ve eşi Şefik Bey, Toros Can ve kızı, Özgür Tuncer ve eşi, Can Okan’ın ablası müzikolog Sungu Okan (ve tabi ki ben de:) kilise sıralarını dolduranlar arasındaydı. Konserin başlamasını beklerken oturduğumuz kafenin sokağında, kiliseye doğru yürüyen İdil Hanımla ve eşiyle karşılaştık. Sokaktaki kuyruğu kesilmiş bir kedi için yuva aradıklarını söyledi.. (ne duyarlılık..) Ben kediyi göremedim, üzgünüm yardım da edemedim..
Saat 6 olduğunda, ağzına kadar dolan kiliseye (küçük olduğu için 100 kişi kadar kapasitesi olduğunu tahmin ediyorum) gittik, şanslıyım ki 4. sırada koridor yanında bir yer bulabildim. Piyanistin ellerini ve ayaklarını net göremiyordum ama en azından eğilince görebilecek durumdaydım. Aydın Büke’nin açılıştaki program notları, kendisinin de belirttiği gibi, saatlerce ve günlerce konuşulsa da söyleneceklerin bitmeyeceği Bach ve İyi Düzenlenmiş Klavye için oldukça doyurucuydu. Hans von Bülow’un “Piyanistler için İyi Düzenlenmiş Klavye eski ahit, Beethoven’ın 32 sonatıysa Yeni Ahit’tir.” sözüyle başladığı konuşmasına “Ben birşey söylemesem bile, birazdan dinleyeceğiniz müzik kendi adına ne büyük bir başyapıt olduğunu gösterecek. Tıpkı, Selimiye Camisinin ne büyük bir başyapıt olduğunu anlamak için mimar olmaya gerek olmadığı gibi.” diyerek devam etti. Yüksek lisansta 2 dönem kendisinden ders alma fırsatını bulduğum Aydın Büke’nin sanatlar arası böylesine geçişkenlikler yapabilecek entelektüel birikimini ve müzik tarihi anlayışını hem sözlü hem yazılı olarak baldan tatlı bir anlatım yeteneğiyle birleştirmesi bende her zaman hayranlık uyandırmıştır. Bunu, İDSO’da flüt sanatçısı olan birinin yapması daha da hayranlık uyandırmıştır. Çünkü maalesef, Türkiye'deki orkestra müzisyenlerinin kimi zaman kendi çaldığı eser için bile müzik üzerine okuyup araştırma yapanı yok denecek kadar azdır. Aydın Büke’nin bu özelliğinin ise kendisinin Kabataş Erkek Lisesinde okumasından ve tam zamanlı konservatuar eğitimine lisenin sonunda başlamasından ve sonrasında yurt dışında da okumuş olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Yine maalesef, Türkiyedeki konservatuar eğitiminde öğrencinin tüm vaktini enstrümana ve solfeje ayırması teşvik edilirken, okuma, yazma gibi uğraşlar arka planda kalıyor. Diğer okullarda da standart derslerin yanında entelektüel uğraşlar teşvik edilmiyor olmasına rağmen, konservatuar ilk okuldan başlayıp üniversitenin sonuna kadar aynı okulda devam ettiğinden, çocukların farklı dünyaları keşfetme şansı da düşüyor. Can Okan, entelektüel anlamdaki merakı ve kendini bu yönde de en az müzisyenliği kadar geliştirme çabası sebebiyle bu konudaki bir diğer istisnayı teşkil ediyor. Şüphesiz, burada piyanistliğin yanında orkestra şefliğinin (MSGSÜ orkestra şefliği ve kompozisyon bölümünde de oldukça entelektüel akademisyenler bulunmakta ve bu yönde gelişim teşvik edilmektedir) ve yurtdışında da okumuş olmanın avantajını yaşıyor. Bu kısa mütalaadan sonra konser izlenimlerime aşağıda devam ediyorum.
Aydın Büke, konuşmasının devamında, Bach’ın 1722’de İyi Düzenlenmiş Klavyeyi yazma saiklerine değindi. Bugün hala kullandığımız ve en basit anlamda bir oktavın 12 aralığa bölünmesini ifade eden tampere sistemden önce, 2 diyez ve 2 bemolden fazla arızası olan tonlarda ses uyumu yakalamak zor olduğundan kullanılamıyordu. Ancak, müzik dilinin olanaklarını artırmak, ve anlatım zenginliğini sağlamak için bu 12 sesten herhangi biriyle başlayacak majör veya minör tonların kullanılabilmesinin yolları araştırılıyordu. Andreas Werckmeister'in 17. yyda henüz Bach doğmadan öne sürdüğü sistem, bu soruya verilen yanıtlardan biriydi. J.S. Bach, tahminen 1706 yılında Buxtehude’yi ziyareti sırasında onun çalışmalarından haberdar oldu. Aydın Büke, Bach’ın tam da 12 tonda çok sesli müzik yapabilme ihtiyacına cevaben ürettiği, majör ve minör tonlarda olmak üzere 24 prelüd ve füg içeren İyi Düzenlenmiş Klavye eserini Werckmeister’ın önerdiği tampere sistemle yazdığını ve siyah tuşlarla başlayanlarda daha da zor parçalar yazarak bu yeni sistemin övgüsünü ve reklamını yaptığını belirtti.
Müzik teorisi gerçekten bir derya deniz ve günümüzde zannedildiği gibi salt teknik bir durum değil, antik yunandan beri felsefe ve matematik, sonrasında da teoloji gibi disiplinlerle iç içe geçmiş bir alan. Werckmeister’in teorisine ve yaşadığı çağda ne anlama geldiğine ilişkin daha detaylı okumalar için basit aramalarla internetten bile birçok kaynağa ulaşabilirsiniz.
Aydın Büke’nin ardından, Can Okan da Bach'tan sonraki bestecilerin nasıl onun prelüd ve füglerinden etkilendiğine dair kısa bir sunum yaptı. Chopin, Scriabin, Rachmaninov ve Debussy gibi romantik bestecilerin prelüd serileri olduğunu ve her birinin Bach’la ve İyi Düzenlenmiş Klavye’nin birinci ve ikinci kitaplarıyla etkileşimlerinden kendilerince bir yanıt ürettiğinden bahsetti. Bunların arasında, çoğunu 1838 yılında Mayorka’da yazdığı 24 prelüdüyle Chopin’e ayrı bir yer vererek Bach’ın ve Chopin’in prelüdlerinden karşılaştırmalı örnekler sundu. Hatta Chopin’in bu seyahatinde yanına İyi Düzenlenmiş Klavye’nin birinci ve ikinci kitaplarını aldığı anektodu bu benzerlikleri daha anlamlı kıldı. Konsere katılamamış da olsanız dinleme önerisi olarak bu eserleri aşağıya yazıyorum.
BACH
|
CHOPIN
|
BENZERLİK
|
1. Kitap Do majör Prelüd No1
|
Do majör Prelüd No1
|
Başlangıçtaki arpej
|
1. kitap Sol majör Prelüd no15
|
Sol major prelüd No3
|
Giriş
|
2. Kitap Re bemol majör Prelüd
|
Raindrop Re bemol majör No15
|
Orta partide devam eden ses
|
Bu güzel sunumların ardından, Do majör prelüd ve fügle konser başladı. Daha önce 8 Ocak’ta Süreyya Operası Fuaye konserlerinde 1, 4, 7, 8, 11-14, 18, 20, 23, 24 nolu Prelüd ve Füg’leri seslendiren Okan, bu defa süreyi kısa tutmak adına 1, 4, 8, 12, 13, 18 ve 20yi çaldı. (O konseri izlemediğim için karşılaştırma yapamıyorum maalesef) Favorilerimden olan C# minör füg ve Re# minör prelüddeki gerilimler ve çözümleri dinlemekten oldukça keyif aldım. Aydın Büke’nin dediği gibi, siyah tuşlarla başlayan tonlardaki parçalar daha zor olmasına karşın, özellikle F# majör prelüd ve fügdeki rahatlığı ve akıcılığı etkileyiciydi.
Bilenler bilir, barok dönem yorumu, hele ki klavyeli çalgılarda, çok tartışmalı bir konudur. Bach’ın döneminde piyano olmadığı için, bugün piyanoda seslerin uzamadığı ve dinamik farklılıklara izin vermeyen klavsen üslubunda mı, yoksa Bach’ın bugünküler gibi geniş dinamik olanakları olan bir piyanosu olsaydı çalabileceği varsayılan romantik bir üslupta mı seslendirilmelidir? Bestecinin yazdıkları üzerinden, ne hayal ettiğine ilişkin tahminler geliştirmek çok mu cüretkar, yoksa, örneğin orkestral eserleriyle kıyaslayarak tutarlı bir yorum mu geliştirilmelidir? 0dan 1e uzanan bir doğrudaki sınırsız seçenekler arasında Okan, klavsene daha yakın bir üslubu benimsemiş. Yer yer pedal kullanımına karşın, çok uzamayan, kısa sesler ve dinamik skalanın çok geniş olmadığı bir yorum dinledik. Bunda piyanonun kalitesi ve mekanın akustiğinin etkisi de olduğunu düşünüyorum. All Saints Kilisesi çok hoş, özel bir yapı ancak ses beklenen kadar rezone olmuyor. Benzer şekilde, böyle küçük bir kilisenin kuyruklu piyanosu olması ve bununla konser yapma imkanı sağlamaları çok hoş, ancak Tomson marka piyanonun, piyanistin işini kolaylaştırdığı söylenemez! (Öğrenci resitallerinde Boğaziçi Üniversitesinin Albert Long Hall salonundaki Steinway’den All Saints’teki Tomson’a farklı piyanolarda çalma şansına eriştiğim için bunu biraz daha gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum.)
Aydın Büke’nin giriş konuşmasında “Ben birşey söylemesem bile, birazdan dinleyeceğiniz müzik kendi adına, ne büyük bir başyapıt olduğunu gösterecek.” sözünü doğrular şekilde, Bach’ın dehasına bir kere daha hayranlık duyarak dinlemeye devam ettim Can Okan’ı. Bunda piyanistin, eserin içine girerek, onu kendi süzgecinden geçirerek parçaların özünü yansıtabilmekteki başarısının etkili olduğunu düşünüyorum. Teknik olarak, orkestra şefi olmasının avantajıyla da her partiyi tane tane duyurması, aralarındaki dengeyi çok iyi sağlaması, piyanist olarak klavyeye hakimiyeti ve dokunuşundaki naifliğin yanı sıra, iyi kontrol ettiği belli olan gücü, parçaların daha da kendilerini göstermesini sağladı. Diğer yandan, çok kaliteli bir hasadın üzümleriyle yapılarak yıllanmaya bırakılmış bir şarap gibi, bu sağlam temelin üstüne, yıllar içinde piyano repertuarının bu en temel eserini çok daha iyi özümseyeceği ve cümlelerin noktaları virgülleri, soru işaretleri, ünlemleri ve nefes alış verişlerini daha belirginleştirip daha özgün bir üsluba evrileceğini düşünüyorum.
Normalde de çok iyi fotoğraflar çekebildiğim söylenemez ama konser sırasında saygısızlık etmemeye çalışırken iyice kötü çekmişim:) |
Konserin sonunda bis olarak yine Bach’tan Busoni uyarlaması bir koral seslendirerek kapanışı yaptı.
Aydın Büke’nin İstanbul Filarmoni Derneği Yönetim Kuruluna girmesi ve Derneğin böylesi dolu bir sezon programı hazırlaması çok heyecan verici. En yakını 17 Kasım’da yine Modada, 25 Kasım’da Grand Pera Emek’tekiler olmak üzere, 18 Mayıs'ta Toros Can ve Deniz Yetim'le gerçekleşecek sezon kapanışına kadar gelecek konserleri iple çekiyorum.
Aydın Büke’nin İstanbul Filarmoni Derneği Yönetim Kuruluna girmesi ve Derneğin böylesi dolu bir sezon programı hazırlaması çok heyecan verici. En yakını 17 Kasım’da yine Modada, 25 Kasım’da Grand Pera Emek’tekiler olmak üzere, 18 Mayıs'ta Toros Can ve Deniz Yetim'le gerçekleşecek sezon kapanışına kadar gelecek konserleri iple çekiyorum.
No comments:
Post a Comment