Murger Tomb

Murger Tomb
Henri Murger, Cimetiére de Montmartre, Eylül 2015

Wednesday, December 10, 2014

Tanzimat Dönemi Osmanlı İmparatorluğu'nda Çoksesli Batı Müziği

Tanzimat Dönemi Osmanlı İmparatorluğu'nda Çoksesli Batı Müziği

Sarayda Beethoven, ressam Abdülmecid
Türkiye’de Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yaşanan yeniliklerin temelleri Cumhuriyet öncesinde atılmıştı. Bu anlamda Osmanlı’da en önemli değişimlerin yaşandığı dönemlerden biri Tanzimat’tır. 1839’da Sultan Abdülmecid (1839-1861) ve Mustafa Reşid Paşa döneminde Gülhane Hatt-ı Hümayunu’nun ilanı ile başlatılan Tanzimat, 3. Selim (1789-1807), 2. Mahmud (1808-1839) ve Sened-i İttifak’ı (1808) da içine alan “merkezi ıslahatçılık” anlayışının bir sonucudur.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu, hukuk devleti anlayışının gerçekleştirilmesi yolunda ilk adımdır. 2. Mahmud’un: “bundan böyle tebaamdan Müslümanları ancak camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri havrada tanımak isterim.” sözünden de anlaşılacağı üzere, Tanzimat’tan önce Osmanlı’da yerleşen uyruklar arasında ayrım yapmama ilkesinin siyasi olarak belgelenmesidir. Ayrıca tüm uyrukların can, mal ve namus gibi hak ve özgürlükleri güvence altına alınır; halk bu nedenle fermanı destekler.
Bugünkü bakanlıklar benzeri her alanda meclisler oluşturulur; bunlardan biri de eğitimdir. 1845’ten itibaren açılan yeni okullar batı eğitimi verirken, medreseler teokrasiyi sürdürür. Bu nedenle, Tanzimat’ta skolastik ve akılcı zihniyet bir arada var olmuştur.
1830’lardan itibaren basımevleri kurulmuş, birçok dilde gazete ve kitap basılmıştır. 1840’larda İstanbul’da batılı tarzda tiyatrolar açılır. İlk Türkçe tiyatro ise 1860’da Hoca Naum’un Ermeni sanatçılardan oluşan bir kumpanya kurmasıyla başlar. Aynı yıl Şinasi’nin yazdığı Şair Evlenmesi de ilk Türkçe piyestir. Ayrıca bu dönem opera ve operet gibi müzikli sahne eserleri de yaygınlaşmaya başlar.
Pera civarında yabancı ressamlar, resim atölyeleri ve Pierre Désire-Guillomet’nin açtığı ilk özel akademi vardır. İlk kez devlet dairelerine asılmak üzere portresini yaptıran padişah 2. Mahmud’tur.
19. yy.da Türkler arasında Batı müziğine olan ilgi artar ve Abdülmecid devrinden itibaren kadınların da piyano çaldığı görülür. En ünlü kadın piyanistlerden Leyla Saz’ın anılarına göre, yüksek burjuvaziye mensup ailelerin kızları Çırağan ve Dolmabahçe’de Muzıka-i Humayun hocalarından dersler almıştır. Bu dönemde sarayda kadınlardan oluşan bir koro ve orkestra da vardı. Opera, operet ve bale temsilleri verir, saray dışında Naum Tiyatrosu’nda da sahneye çıkarlardı. Üyeleri çoğunlukla Ermeni, Musevi ve Rum’du.

Padişahlar ve Klasik Batı Müziği

3. Selim

Osmanlı’daki köklü reformları başlatan ilk padişah olan 3. Selim, batı müziğine de ilgi duyuyordu ve 1797 yılında Batı’lı bir opera topluluğunu Topkapı Sarayı’na davet etmiş ve Osmanlı'da opera izleyen ilk padişah olmuştu.

2. Mahmud Dönemi

2. Mahmud, 1826’da Yeniçeri teşkilatını kaldırmış ve yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’yi kurmuştur. Bu aynı zamanda, 1329’dan 1826’ya kadar savaşlarda önemli bir işlevi olan Mehterhane’nin kaldırılışı anlamına da gelmiştir. 1826 yılında ülkemizde çok sesli müziğin ilk kurumu olan ve batı müziğini öngören Muzıka-i Hümayun kurulmuştur.    
2. Mahmud Batı Müziği’ne bunca destek vermesine rağmen, Türk müziğine daha yakındı. Bu alanda bestelediği 26 eser günümüzde bilinmektedir.

1. Abdülmecid
Abdülmecid

1823 yılında doğmuş, 1839’da tahta çıkmış 1861’te ölmüştür. Batılı anlamda müzik dersi alan ve piyano çalan ilk padişahtır.  Türk müziği bestesi yapmamış ancak iki müziği de eşit derecede korumuştur. Muzıka-i Humayun’u geliştirmiştir. Naum Efendi tiyatrosuna parasal desteklerde bulunmuş, bizzat giderek opera ve tiyatrolarını izlemiş hatta “Dolmabahçe Saray Tiyatrosu”nu yaptırmıştır.
Kızı Fatma, Guatelli Paşa’nın öğrencisiydi ve müziğe yetenekliydi. Oğlu Mehmed Burhaneddin, torunu İbrahim Tevfik de besteci ve müzisyendi.  

Abdülaziz

Abdülmecid’in kardeşi olan Abdülaziz 1830’da doğmuş, 1861’de tahta çıkmış ve 1876 yılında ölmüştür. Türk müziğine daha çok ilgisi olduğu düşünülmekle birlikte, Wagner’e verdiği mali destekten de anlaşılabileceği üzere Batı Müziği ile de ilgileniyordu.[1]Klasik Batı Müziği bestesi yapan ilk padişahtır. Piyano, lavta ve ney çalmıştır. Yayınlanmış 4 piyano eseri olduğu bilinmektedir ancak günümüze bunlardan yalnız biri, “Invitation a la Valse” kalmıştır. Üç Türk müziği bestesi de vardır.
Oğullarından ve torunlarından Mahmud Celaleddin, Mehmed Seyfeddin ve Mehmed Cemaleddin de babaları gibi her iki türde eser vermiş, flüt ve piyano çalmışlardı.
Abdülaziz


5. Murad

Abdülmecid’in oğlu olan 5. Murad, 1840 yılında doğmuş, 1904 yılında ölmüş, Abdülaziz’den sonra 3 ay kadar kısa bir süre padişahlık yapmıştır. Çok yetenekli ve verimli bir bestecidir. 488 adet marş, polka, mazurka, vals, schottisch, galop, quadrille ve benzeri türde solo piyano eseri yazmıştır. Besteciliğinin yanı sıra piyano ve keman çalardı. Lombardi Bey ve Donizetti Paşa’nın öğrencisi olmuştur. Büyük olasılıkla, bir Türk halk türküsünü piyano için çok seslendiren ilk besteci ve padişahtır.
Çocuklarından Fehime, Hadice, Fatma ve Mehmed Selahaddin, torunlarından Behiye, Rukiye, Celile ve Ahmed Nihad hepsi piyano çalar ve besteler yapardı.

2. Abdülhamid

Abdülmecid’in oğlu, 1842 yılında doğmuş, 1876’dan 1909’a dek tahtta kalmış ve 1918 yılında ölmüştür. Birçok saray hocasından piyano ve Klasik Batı müziği dersleri almış, keman çalmıştır. Klasik Batı müziğine özel bir önem vermiştir. Yıldız Saray Tiyatrosu’nu yaptırmış, orada opera izlemiş, devamlı bir konser dizisi düzenletmiş, Avrupa’dan meşhur opera ve tiyatro sanatçılarını ve virtüözleri İstanbul’a davet etmiştir.
Bütün çocukları ve eşleri piyano çalar ve beste yapardı. İlk eşi Nazik Eda Baş, kızları Refia, Naime, Şadiye, Ayşe ve Zekiye, oğulları Mehmed Selim, Abdürrahim Hayri ve Mehmed Burhaneddin çok iyi piyano çalarlar ve beste yaparlardı.
2. Abdülhamid’den sonra tahta geçen 5. Mehmed Reşad, 6.Mehmed Vahdeddin ve son halife 2. Abdülmecid de klasik batı müziği ve piyano eğitimi almalarına rağmen Türk müziğine daha çok eğilmişlerdir. 1922-24 arasında görev yapan Halife Abdülmecid ise güzel sanatlarda çok yetenekli, iyi bir besteci ve ressamdı. Konçerto ve piyano sonatı gibi formlarda besteler yapmasının yanı sıra, halen İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan Saray’da Beethoven adlı tablosu yeteneğinin göstergesi sayılabilir.

Muzıka-i Hümayun

1826 yılında, Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin tören yürüyüşlerine eşlik edecek bir “boru takımı” olarak kurulmuş, Yeniçeri Ocağındaki Mehterhane’nin ve saraydaki geleneksel sanat müziği topluluğu Meşkhane’nin yerini almıştır. İstanbul'da bugünkü İTÜ Taşkışla'da açılmıştır. Başlangıçta Ahmet Efendi ve Manguel adlı müzisyenlerin yönetiminde olmasına rağmen, 1828’de yönetime İtalya’dan Giuseppe Donizetti (d. 1788-ö. 1856) getirilmiştir.
Muzıka-i Humayun, içinde birçok orkestrayı barındıran, sarayın müzik hocalarının yanı sıra sözü geçen bütün bu konularda saray dışındaki tiyatro ve konser salonlarında sahneye çıkan, akla gelebilecek bütün orkestraları ve komple konservatuar öğretim heyetini de kapsayan, Batı müziğinin yanı sıra Türk Müziği bölümü de olan bir çeşit merkezi sistemle yönetilen bir müzik devletini andırmaktaydı.
En parlak döneminde 500 kişi iken Abdülhamid döneminde 350, Balkan Savaşı’nda bazı müzisyenlerin şehit düşmesinden sonra 120 kişiye düşmüştür. Padişahın özel bütçesinden finanse edilirdi ve kumandanlarının rütbesi bugünkü Orgeneral’e eşitti. Muzıka-i Humayun üyeleri askeri rütbe sahibiydi, böylece imparatorlukta müzisyenliğin itibar kazanması amaçlanmıştı. Cumhuriyet’in kurulmasıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın üyeleri ve konservatuar kadrolarının birçoğu buranın üyelerinden oluşmuştur.

Guiseppe Donizetti

Aşk İksiri, Alayın Kızı, Lucia Di Lammermoor ve Don Pasquale gibi ünlü opera buffa örneklerini veren besteci Gaetano Donizetti’nin (d.1797-ö. 1848) abisidir. Napolyon ordularında bando denetçisi olarak yıllarca çalışmış, Avusturya ve İspanya seferlerine katılmıştır. Waterloo'daki kesin yenilgisi üzerine 1828 yılında İstanbul'a gelmiştir. Donizetti, ölümüne dek Muzıka-i Hümayun’un başında kalmıştır ve göreve başladığından itibaren 6 ay gibi kısa bir zamanda onu bir “saray bandosu”na dönüştürmüştür.  İlk konserini 19 Nisan 1829’da bir bayram töreninde Sultan 2. Mahmud’un huzurunda vermiştir.
“Giuseppe Donizetti, “Osmanlı Saltanat Muzıkaları Baş Ustakarı” olarak, batı müziği yöntemlerine göre bandoyu eğitmiş ve geliştirmiştir. Muzıka-i Hümayun, aynı zamanda bir “müzik okulu” özelliği kazanmıştır. Flüt, piyano, armoni ve çalgılama (instrumentation) derslerini Donizetti vermiş, Avrupa’dan hem çalgı öğretmenleri, hem çalgılar getirtmiştir. Sultan 3. Selim’in[2] isteği üzerine Hamparsum Limonciyan (d. 1768-ö.1839) tarafından geliştirilen ve Hamparsum Yazısı adıyla bilinen geleneksel Türk Müziği yazısı Muzıka-i Hümayun’da kullanılmamış, batı müziği yazısı benimsenmiştir.
Donizetti, profesyonel müzik eğitimi ve bando çalışmalarının yanı sıra, öteki müzik etkinliklerine de yönelmiştir. 1840 yılı dolayında sarayda yaylı çalgı toplulukları oluşturulmuş, Avrupa’dan opera notaları getirilmiştir. (…)”[3]
Çeşitli eserleri arasında 1828’de yaptığı Mahmudiye ve 1839’da bestelediği Mecidiye marşları önemlidir. Bu marşlar, isimlerine bestelendikleri padişahın saltanatı süresince milli marş olarak kabul edildi. Daha sonra İstanbul’a gelen Liszt, Mecidiye marşı üzerine bir parafraz bestelemiştir.

Guatelli Paşa

Başarılarından ötürü kendisine “general” rütbesi verilen Donizetti Paşa’nın 1856’da ölmesinden sonra, Callisto Guatelli Paşa göreve getirilmiştir. Bilinmeyen nedenlerden dolayı 1858’de görevine son verilmiş, bu yıllar Muzıka-i Humayun için duraklama yılları olmuştur. 1868’de, Naum Tiyatrosu’ndaki konuk opera orkestralarını yönetmekte olan Guatelli tekrar aynı pozisyona getirilmiş ve İmparatorluğun Genel Müzik Müdürü unvanıyla 1899 yılındaki ölümüne kadar bu görevde kalmış[4] ve onun döneminde bando, iyi bir armoni topluluğu niteliği kazanmıştır.

Birçok bestesinin ve marşlarının arasında Abdülaziz'e ithaf ettiği Osmaniye Marşı, Aziziye Marşı, Şefkat Marşı ve Osmanlı Sergisi Marşı önemli bir yer tutar.

Muzıka-i Humayun şef ve öğretmenleri

Guatelli Paşa’nın görevden alındığı on yıl süresince yine bir İtalyan olan Pisani bu görevi sürdürmüştür ancak selefine göre sönük kalmıştır. Guatelli’nin yaşamının son üç yılında Fransız vatandaşı Katolik bir Ermeni olan Dussap Paşa kumandanlık yapmıştır ancak o da büyük bir başarı gösterememiştir.
1880 yılında, artık yaşlanmış olan Guatelli Paşa’ya yardımcı olması amacıyla Paris Konservatuarı’nda öğrenim yapmış bulunan d’Arenda adlı İspanyol asıllı bir piyanist de saraya getirilmiştir. 1899-1909 yıllarında görev yapan ve “Arenda Paşa” olarak bilinen bu müzikçinin katkılarıyla nota kitaplığı yeniden düzenlenmiş, bandoya yeni bir çalgı olan saksofon ailesi eklenmiş ve topluluğun kuruluş biçimi Fransız bandolarına göre yenileştirilmiştir.
1908 yılında Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Muzıka-i Humayun’da görevli olan yabancı müzisyenlerin yerine, hepsi Guatelli’nin öğrencileri olan Türk müzikçiler atanmıştır. “İzmir Marşı”, “Plevne Marşı” gibi besteleri olan Mehmet Ali Bey, Arenda Paşa’nın yardımcısı Zati Bey (Arca) ve Flütist Saffet Bey (Atabinen) (1858-1939) kurumda görevlendirilmişlerdir. Bu dönemde Saffet Bey hem bandonun hem de orkestranın yöneticisi olmuştur. Paris’te Theodor Dubois ile piyano ve kompozisyon çalışmıştır. Beethoven’ın senfonilerinin seslendirilmesini gerçekleştirmiş ve opera, bale, uvertür gibi büyük formlarda eser veren ilk bestecimiz olmuştur.
Muzıka-i Humayun, son kumandanı Osman Zeki Bey (Üngör) (1880-1959) döneminde oldukça gelişmiş bir düzeye gelmiştir. 1917-18’te Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’da konserler vermiştir. Osman Zeki Üngör, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın da ilk şefi olmuştur.
Kumandanlar dışında, orkestralarda çeşitli görev alan veya bazı orkestraları yöneten ve öğretmenlik de yapan şefler vardı. Türklerden Necib Paşa ve Hamidiye Marşı’nı besteleyen Rıfat Bey bunlardandır. Yabancı şeflerden Paul Lange Bey Tophane Bandosu şefiydi. Arturo Stravolo Bey Saray Operası’nı idare eder ve operalarda rol alırdı. Edgar Manas (1875-1964) ise İtalya’da Trevellini ile piyano, Butazzo ile teori ve kontrpuan çalışmıştı. 1850-1941 yıllarında yaşayan Macar Tevfik Bey, İstanbul’a yerleştikten sonra piyanist olarak ün yapmış ve 1876’da sarayın piyano öğretmenliğine getirilmişti. Luigi Arditi Paşa, İngiltere’de Crystal Palace’da Kraliçe Viktorya’ya Türk Kasidesi’ni bestelemişti.
1930 yılında ölen İtalyan müzisyen Italo Selvelli, Tophane Muzıkası başında askeri bando şefiydi. 1909-1918 yılları arasında milli marş olan Reşadiye Marşı'nı bestelemişti.
Yukarıda bahsettiğimiz isimlerin yanı sıra Düssek Paşa, Pisani, Lombardi, Wondra ve Aleksan Beyler de vardı.

Darülelhan

1917 yılında İstanbul’da kurulduktan sonra 1921 kapanır, ancak 1923'te tekrar açılır. Ülkemizde halka açık eğitim veren ilk okuldur. Ağırlıklı olarak Türk Sanat Müziği alanında eğitim vermesine rağmen İstanbul Belediye Konservatuarı’nın öncülü sayılabilir.
Cemal Reşit Rey, Zeki Üngör, Besim Tektaş, Muhiddin Sadak, Mesut Cemil, Veli Kanık Batı Müziği, Rauf Yekta, Mesut Cemil, Ahmet Irsoy, Santuri Ziya, Hayriye (Örs) ve Tanburi Faize (Ergin) Türk Müziği bölümünde görev aldılar.

Opera ve Operetler

İstanbul'a ilk opera trupunu 1830 yılında Venedikli Giustiniani adlı bir İtalyan getirterek halkın izlemesini sağlamıştır. Türkçe ilk opera ise 1840 yılında, Donizetti'nin “Belisario” operasının Türkçe'ye çevrilmesi sayesinde sahnelenmiştir. Dört yıl sonra ilk Türkçe librettoyu, Abdülhak Hamid’in babası Hayrullah Efendi yazmıştır.

Naum Tiyatrosu ve Diğer Tiyatro Salonları

1840 yılında Bosco adlı bir İtalyan, bugünkü Galatasaray Lisesi'nin karşısında 400 kişilik bir tiyatro binası yaptırmıştır. 1844 yılında ise tiyatroyu Halepli Tütüncüoğlu Mihail Naum Efendi'ye devretmiştir. Naum Efendi ilk olarak Donizetti'nin “Lucrezia Borgia”sını, sonrasında ise uzun yıllar Rossini'nin “Sevil Berberi”ni oynatmıştır. 1846 yılında tiyatro yanar ancak yardımlarla iki yıl sonra bugünkü Tokatlıyan İşhanı'nın bulunduğu yerde tekrar kurulur. Açılışa padişah Abdülmecid de gelmiştir. Naum Efendi, operaları, İtalya'da oynandıktan 1-2 ay sonra sahneye koyardı. 1866 yılında Abdülaziz de tiyatroya gelerek Verdi'nin La Traviata'sını izler ve maddi yardımda bulunur. Padişahların yanı sıra 1869'da İngiliz veliahtı ve Avusturya İmparatoru Franz Joseph de burada opera izler. 1870 yılında İstanbul'da çıkan çok büyük bir yangında tiyatro yanar bir daha açılamaz.
Abdülmecid'in yaptırdığı saray tiyatrosu 1859 yılında, bugünkü İnönü Stadı'nın olduğu yerde “Dolmabahçe Saray Tiyatrosu” adıyla açılmıştır. Ancak beş yıl sonra yanarak yok olmuştur. İkinci saray tiyatrosu 1889 yılında Abdülhamid tarafından Yıldız Sarayı'nda yaptırılmıştır.  Arturo Stravolo Bey Abdülhamid'in çok beğenisini kazanmış ve ailenin en büyüğü Salvatore Stravolo ile birlikte uzun yıllar bu operada çalışmıştır.

Opera ve Operet Bestecileri 

“Operet besteleyen ilk Türk Haydar Bey’dir. Librettosunu ise Ahmed Midhat Efendi yazmıştı. Çuhacıyan’la aynı derecede popüler olabilen ilk Türk operet bestecisi ise Muhlis Sabahaddin Bey’dir. Türkiye’nin Moliére’i, Musahibzade Celal Bey’in muhtelif piyeslerine alaturka musikimizin tanınmış bestekârları müzik yazmışlardır.”[5]  
1868’de Güllü Agop, Gedik Paşa Tiyatrosu’nda Télémaque operasını Türkçe sahneye koymuş, bir yıl sonra aynı yerde Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun’u üzerine, Mustafa Fazıl Efendi’nin bestelediği ilk Türk operası sahnelenmiştir.
Dikran Çuhacıyan, ressam Vardakes Isdepanian
Tanzimat döneminin en çok bilinen opereti Dikran Çuhacıyan’ın (d. 1837-ö. 1898) 1875’te sahnelenen “Leblebici Horhor Ağa” adlı eseridir. Aynı bestecinin yazdığı ilk opera olan Ermenice Arsas operası ise 1868’de Naum Tiyatrosu’nda sergilenmiştir. Dikran Çuhacıyan, 1860-1864 arasında Milano Konservatuarı'nda piyano ve armoni çalışmış, “hafif opera” örneklerini incelemiştir. Çuhacıyan’ın diğer operetleri Olympia (1896), ilk Türk Opereti Arif’in Hilesi (1872)[6], Şerif Ağa (1872), Köse Kâhya (1875), Zemire (1881), İndiana (1896) olarak sıralanabilir. Dikran Çuhacıyan'ın opera ve operetler dışında 2. Abdülhamid'e ithaf ettiği Hamidiye Marşı bulunmaktadır. 1862'de Çuhacıyan, bu toprakların ilk müzisyen cemiyetini (Şark Musiki Cemiyeti) ve 1874 yılında Beyoğlu Hazzopula Geçidi'nde Adam'ın Konser Salonu'nda “Opera Tiyatrosu”nu kurmuştur.
Yukarıda sayılanların yanı sıra Musahipzade Celal Bey, Muhlis Sabahattin Bey, Kaptanızade Ali Rıza Bey de operetlere katkı koymuşlardır.

Kantolar

19. yy.da İstanbul’da Batı etkilerinin artmasıyla ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelen farklı kimliklerin etkisiyle ne Doğu ne Batı müziği diyebileceğimiz bir eğlence müziği doğmuştur. Müzik de bu dönemde modernleşmenin yansıdığı sanatlardan biri olmuştur.  Latince “Cantus”, İtalyanca “Canto” kelimelerinden gelen ve şarkı, ezgi, şarkı söyleme sanatı anlamlarını taşıyan kanto, İstanbul’daki orta sınıf halkın eğlence hayatında etkili olan bir müzikal tür olarak oluşur. Ramazan gecelerinde Direklerarası’nda, sonraki dönemlerde Pera’da devam eden kanto eğlencelerinin icracıları genellikle Ermeni, Rum, Yahudilerden oluşuyordu.  

Osmanlı'da Ermeni Müzisyenler

19. yy. Osmanlı'da Dikran Çuhacıyan'ın yanı sıra Harutyun Sinanyan ve hanedanın ve Darülelhan'ın ve sarayın armoni, kontrpuan ve piyano hocalığını da yapan Edgar Manas gibi önemli Ermeni besteciler vardı. Hamparsum Limonciyan'ın notalamaya, Zilciyan ailesinin zilciliğe getirdiği katkılar da önemlidir. Kuşkusuz Osmanlı'nın son dönemlerindeki en önemli Ermeni bestecilerden biri Gomidas'tı.

       Gomidas

1869'da Kütahya'da doğdu. 12 yaşında Eçmiadsin'e giderek Kevorkyan ruhban okulunda kilise eğitimi gördü ve kilisede müzik öğrenimine devam etti. Eğitiminin sonunda aynı okula müzik öğretmeni olarak atanır. Hampartsumyan nota sistemine uzmanlık derecesinde vakıf olan, Ermeni kilise ilahilerinin tümünü ezbere bilen, Ermeni dünyevi müziği konusunda geniş çalışmaları olan Gomidas, sürekli kendini yenilemeye devam eder. Daha sonra zengin bir hayırseverin desteğiyle Almanya'da Berlin konservatuarında eğitim alır. Bu sırada kurulan Uluslararası Müzik Cemiyeti'ne dünyaca ünlü müzikologlar arasında tek öğrenci olarak kurucu üye sıfatıyla kabul edilir. Bu dönemde verdiği seminerler Ermeni müziğine çok ilgi çekmiş, hatta sesinin güzelliği de ilgi çekerek Berlin operası müdüründen solistlik teklifi bile almıştır. Osmanlı'da Ermenilerin yaşadığı çeşitli bölgelerden 3-4000 şarkı derlemiştir ancak bunlardan 100 tanesi basılabilmiştir. Berlin'deki eğitimi bitince Eçmiadsin'e döner ve makale yazma, konser-konferans verme, derleme ve düzenleme çalışmalarına buradaki Kilise'de koro yöneticisi olarak çalışarak devam eder. Bu coğrafyada ilk bilimsel müzik araştırmalarını gerçekleştirmiş kişi olarak kabul edilebilir.

Gomidas'ın eserlerinden ve derlemelerinden çok azı günümüze ulaşmıştır. Bunlardan biri de Hovhannes Tumanyan'ın şiiri üzerine bestelediği “Anuş” operasıdır. Gomidas, yüzlerce yıldır unutulmuş olan Ermeni notasyonu “Khaz”ı çözmüş, ancak bu konudaki çalışmalarını da yayınlanmamış ve kaybolmuştur. Türk ve Ermeni müziklerinin yanı sıra Kürtçe müzikleri de incelemiştir. Ermeni Kilisesi'nin ana ayinini çok seslilendirmiş ve 7 varyasyonuyla hazırlamıştır ancak bu da kaybolmuştur. 
1910 yılında Gomidas İstanbul'a gider. İstanbul'daki Ermeni topluluğunun yanı sıra aydın çevrelerinde de sevilip sayılmıştır. Çeşitli konserler düzenlemiş, koro yönetmiş, besteler yapıp seslendirmiştir. Dönemin içişleri bakanı Talat ve savaş bakanı Enver Paşa'lar da Gomidas'ın bir konserini izleyip beğenmişlerdi. Sonradan son halife olacak olan ve güzel sanatlara yakınlığıyla bilinen şehzade Abdülmecid de Gomidas'ı dinlemiş ve hayran olmuştu. Prof. Kurt Sachs ve Debussy gibi Avrupalı müzikçiler de Gomidas için övgü dolu sözler söylemişti.  1915 yılındaki sürgünden geri dönebilmiş olsa da 1935 yılındaki ölümüne dek eski sağlığına kavuşamamıştır.

Avrupa'lı Müzisyenler ve Osmanlı

Osmanlı'ya davet edilen en önemli müzisyen Macar besteci ve piyanist Franz Liszt'tir. Abdülmecid'in padişahlığı döneminde, 1847 Haziran'ında gelmiş ve müzik dükkanı sahibi “levanten” Alexandre Comendinger'in Beyoğlu'ndaki evinde misafir kalmıştır. Sarayda, Avusturya Sefareti'nde ve Fransız Sefiri'nin evinde konserler vermiştir. Abdülmecid'in huzurundaki konserini Dolmabahçe Sarayı'nın yanındaki Beşiktaş Sarayı'nda vermiştir. Donizetti'nin “Marş-ı Sultani”sinde yer alan ezgiyle uzunca bir fantezi yaparak Saray'dan bir nişan istemiştir ve 4. derece Mecidi Nişanı ve 125 altın değerinde mücevherli bir kutu verilmiştir. O dönemde Osmanlı'da müzisyenlere yüksek nişanlar vermek adet olmadığı için Liszt'in Avrupa saraylarında aldığı daha üst dereceli nişanlar arasında bu daha düşük kalmıştır. Donizetti'nin Mecidiye Marşı üzerine bestelediği Parafraz'ı bu konserlerinde çaldığı tahmin edilmektedir.
1848 yılında ünlü kemancı Vieuxtemps da İstanbul'a gelmiş ve sarayda padişahın huzurunda konser vermiştir. Ona da dördüncü dereceden bir nişan verilmiştir.
O dönem dünyanın büyük şeflerinden biri olan Angelo Mariani, 1849-52 yıllarında konuk şef olarak Muzıka-i Humayun'u idare etmiştir.
1856-57 yıllarında İstanbul'a gelen Luigi Arditi, Naum Tiyatros'unda bazı opera temsilleri yönetmiştir.
Rossini, Johann Strauss, Eduard Strauss, Henri Herz, Alfred Gungl ve Saint-Saens gibi önemli besteciler padişahlara eserlerini ithaf etmişlerdir.   

       Ek: Notalama Sistemi

“19. yy.a kadar geleneksel Türk müzik tarihinde yer alan müzik yazıları (notasyon) özgün buluşlardır: Ebced yazıları başta olmak üzere Ali Ufki yazısı, Kantemiroğlu yazısı gibi müzik yazıları genellikle belli kişilerin el yazması yapıtlarında kullanılmış, ancak dönemlerinin bestecileri, seslendiricileri vb. arasında yaygınlaşamamıştır. (…)”[7]
18. yy. ortalarında Ali Ufki Bey “Mecmua-i Saz ü Söz”ünde ilk kes batı notasyonunu (solmizasyon) kullanmış, ancak Arel-Ezgi sistemi gibi o da 20. yy.a kadar yerleşememiştir. Çeşitli sistemler arasında en çok kullanılanı Hamparsum notasyonu olmuştur.
“Yüzyıllar boyunca Ermeni müzisyenler “Khaz” adıyla anılan eski Ermeni nota sistemini kullandılar. Ne yazık ki günümüze ulaşamayan bu notalama sisteminin sözcüklerin üzerine yazılan 100’den çok işaretten oluştuğu biliniyor.
1768-1839 yılları arasında yaşayan kilise baş mugannisi “Baba” Hampartsum Limonciyan, Khaz sanatının unutulmasından sonra kulaktan-kulağa öğretilen ilahilerin değişikliğe uğramasını önleyebilmek amacıyla, eski “işaretlerden” yedi tanesini seçip Avrupa nota sistemine uyarlar ve porte olmadan kullanılabilecek bir nota sistemi yaratır. Daha sonra kendi adıyla “Limonciyan” veya “Hampartsumyan” olarak anılacak olan bu sistem hızla yayılarak hem kiliselerde hem de dünyevi müzik alanında kullanılmaya başlanır. Bu nota sisteminin yaygınlaşmasıyla birlikte, o zamana kadar sözlü olarak devredilen sayısız Osmanlı müzik eseri de notaya alınarak muhakkak bir kayıptan kurtarılmıştır. Arşivlerde korunarak günümüze ulaşan hemen bütün müzik eserleri, Hampartsumyan notalarıyla kaydedilmiştir.”[8] 

Kaynaklar

ÖNDİN, Nilüfer, 2003, Cumhuriyet’in Kültür Politikası ve Sanat, İnsancıl Yayınları, İstanbul
YENER, Faruk, 1992, 100 OPERA, 3. Baskı, Bateş Yayınları, İstanbul
YENER, Faruk, 1990, Şu Eşsiz Müzik Sanatı, Cem Yayınevi, İstanbul
REFİĞ, Gülper, 2012, Özsoy Operası Bir Perdelik Efsane, Atatürk ve Adnan Saygun, Boyut Yayıncılık, İstanbul
REFİĞ, Gülper, yayınlanmamış Türk Müziği notları
SAY, Ahmet, 2006, Müzik Tarihi, 6. Baskı, Müzik Ansiklopedisi Yayınları, Ankara
NALCI, Tamar, 2010, Gomidas Bu Toprağın Sesi, Doğumunun 140. Ve Ölümünün 75. Yılında, Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yayınlanmış kitapçık, İstanbul
KOSAL, Vedat, 2001, Osmanlı’da Klasik Batı Müziği, EKO Basım Yayıncılık ve Organizasyon Ltd. Şirketi, İstanbul




[1]    Vedat Kosal, Wagner'e mali destek veren padişahın 2. Abdülhamit olduğu söylüyor ancak Faruk Yener Şu Eşsiz Müzik Sanatı'nın “Bayreuth Festival Evi” bölümünde bu padişahın Abdülaziz olduğunu yazmış. Festival evinin yapımı 1876'da tamamlandığı ve Abdülhamit de aynı yıl tahta çıktığı için desteği yapanın Abdülaziz olduğunu düşünmek daha mantıklı görünüyor.
[2] Osmanlı padişahlarının çoğu bir sanatta veya zanaatta ustalaşmışlardı. Batılılaşma Dönemi padişahlarından 3. Selim Klasik Türk Müziği bestecisi, son halife Abdülmecid de ressamdı.
[3] Ahmet Say, Müzik Tarihi, 510
[4]    Guatelli Paşa'nın Muzıka-i Humayun kumandanı olarak görevlendirildiği tarihler Vedat Kosal'ın Osmanlı'da Klasik Batı Müziği kitabından alınmıştır. Gülper Refiğ'e göre Donizetti Paşa'nın 1856'daki ölümünden sonra yerine Necib Paşa getirilmiş, beş yıllık görevinden sonra, Guatelli Paşa, Abdülaziz devrinde padişaha ithaf ettiği “Marş-ı Sultani” ile yeni hükümdar tarafından ödüllendirilerek 1861'de Muzıka-i Humayun kumandanlığına atanmıştır.
[5] Vedat Kosal, Osmanlı'da Klasik Batı Müziği, 116.
[6] Ahmet Say, 1872 yılında Şerif Ağa, 1875 yılında Arif'in Hilesi şeklinde kronolojik bir sıra vermiştir. 
[7] Ahmet Say, Müzik Taihi, 511
[8] Tamar Nalcı, Gomidas Bu Toprağın Sesi, Doğumunun 140. Ve Ölümünün 75. Yılında, 14

No comments:

Post a Comment