Tanzimat Dönemi Osmanlı İmparatorluğu'nda Çoksesli Batı Müziği
Sarayda Beethoven, ressam Abdülmecid |
Türkiye’de Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yaşanan
yeniliklerin temelleri Cumhuriyet öncesinde atılmıştı. Bu anlamda Osmanlı’da en
önemli değişimlerin yaşandığı dönemlerden biri Tanzimat’tır. 1839’da Sultan
Abdülmecid (1839-1861) ve Mustafa Reşid Paşa döneminde Gülhane Hatt-ı
Hümayunu’nun ilanı ile başlatılan Tanzimat, 3. Selim (1789-1807), 2. Mahmud
(1808-1839) ve Sened-i İttifak’ı (1808) da içine alan “merkezi ıslahatçılık”
anlayışının bir sonucudur.
Gülhane Hatt-ı Hümayunu, hukuk devleti anlayışının
gerçekleştirilmesi yolunda ilk adımdır. 2. Mahmud’un: “bundan böyle tebaamdan
Müslümanları ancak camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri havrada tanımak
isterim.” sözünden de anlaşılacağı üzere, Tanzimat’tan önce Osmanlı’da yerleşen
uyruklar arasında ayrım yapmama ilkesinin siyasi olarak belgelenmesidir. Ayrıca
tüm uyrukların can, mal ve namus gibi hak ve özgürlükleri güvence altına
alınır; halk bu nedenle fermanı destekler.
Bugünkü bakanlıklar benzeri her alanda meclisler
oluşturulur; bunlardan biri de eğitimdir. 1845’ten itibaren açılan yeni okullar
batı eğitimi verirken, medreseler teokrasiyi sürdürür. Bu nedenle, Tanzimat’ta
skolastik ve akılcı zihniyet bir arada var olmuştur.
1830’lardan itibaren basımevleri kurulmuş, birçok
dilde gazete ve kitap basılmıştır. 1840’larda İstanbul’da batılı tarzda
tiyatrolar açılır. İlk Türkçe tiyatro ise 1860’da Hoca Naum’un Ermeni
sanatçılardan oluşan bir kumpanya kurmasıyla başlar. Aynı yıl Şinasi’nin
yazdığı Şair Evlenmesi de ilk Türkçe piyestir. Ayrıca bu dönem opera ve operet
gibi müzikli sahne eserleri de yaygınlaşmaya başlar.
Pera civarında yabancı ressamlar, resim atölyeleri
ve Pierre Désire-Guillomet’nin açtığı ilk özel akademi vardır. İlk kez devlet
dairelerine asılmak üzere portresini yaptıran padişah 2. Mahmud’tur.
19. yy.da Türkler arasında Batı müziğine olan ilgi
artar ve Abdülmecid devrinden itibaren kadınların da piyano çaldığı görülür. En
ünlü kadın piyanistlerden Leyla Saz’ın anılarına göre, yüksek burjuvaziye
mensup ailelerin kızları Çırağan ve Dolmabahçe’de Muzıka-i Humayun hocalarından
dersler almıştır. Bu dönemde sarayda kadınlardan oluşan bir koro ve orkestra da
vardı. Opera, operet ve bale temsilleri verir, saray dışında Naum Tiyatrosu’nda
da sahneye çıkarlardı. Üyeleri çoğunlukla Ermeni, Musevi ve Rum’du.
Padişahlar ve Klasik Batı Müziği
3. Selim
Osmanlı’daki köklü reformları başlatan ilk padişah
olan 3. Selim, batı müziğine de ilgi duyuyordu ve 1797 yılında Batı’lı bir
opera topluluğunu Topkapı Sarayı’na davet etmiş ve Osmanlı'da opera izleyen ilk
padişah olmuştu.
2. Mahmud Dönemi
2. Mahmud, 1826’da Yeniçeri teşkilatını kaldırmış
ve yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyye’yi kurmuştur. Bu aynı zamanda,
1329’dan 1826’ya kadar savaşlarda önemli bir işlevi olan Mehterhane’nin
kaldırılışı anlamına da gelmiştir. 1826 yılında ülkemizde çok sesli müziğin ilk
kurumu olan ve batı müziğini öngören Muzıka-i Hümayun kurulmuştur.
2. Mahmud Batı Müziği’ne bunca destek vermesine
rağmen, Türk müziğine daha yakındı. Bu alanda bestelediği 26 eser günümüzde bilinmektedir.
1. Abdülmecid
Abdülmecid
1823 yılında doğmuş, 1839’da tahta çıkmış 1861’te
ölmüştür. Batılı anlamda müzik dersi alan ve piyano çalan ilk padişahtır. Türk müziği bestesi yapmamış ancak iki müziği
de eşit derecede korumuştur. Muzıka-i Humayun’u geliştirmiştir. Naum Efendi
tiyatrosuna parasal desteklerde bulunmuş, bizzat giderek opera ve tiyatrolarını
izlemiş hatta “Dolmabahçe Saray Tiyatrosu”nu yaptırmıştır.
Kızı Fatma, Guatelli Paşa’nın öğrencisiydi ve
müziğe yetenekliydi. Oğlu Mehmed Burhaneddin, torunu İbrahim Tevfik de besteci
ve müzisyendi.
Abdülaziz
Abdülmecid’in kardeşi olan Abdülaziz 1830’da
doğmuş, 1861’de tahta çıkmış ve 1876 yılında ölmüştür. Türk müziğine daha çok
ilgisi olduğu düşünülmekle birlikte, Wagner’e verdiği mali destekten de
anlaşılabileceği üzere Batı Müziği ile de ilgileniyordu.[1]Klasik
Batı Müziği bestesi yapan ilk padişahtır. Piyano, lavta ve ney çalmıştır.
Yayınlanmış 4 piyano eseri olduğu bilinmektedir ancak günümüze bunlardan yalnız
biri, “Invitation a la Valse” kalmıştır. Üç Türk müziği bestesi de vardır.
Oğullarından ve torunlarından Mahmud Celaleddin,
Mehmed Seyfeddin ve Mehmed Cemaleddin de babaları gibi her iki türde eser
vermiş, flüt ve piyano çalmışlardı.
Abdülaziz |
5. Murad
Abdülmecid’in oğlu olan 5. Murad, 1840 yılında
doğmuş, 1904 yılında ölmüş, Abdülaziz’den sonra 3 ay kadar kısa bir süre padişahlık
yapmıştır. Çok yetenekli ve verimli bir bestecidir. 488 adet marş, polka,
mazurka, vals, schottisch, galop, quadrille ve benzeri türde solo piyano eseri
yazmıştır. Besteciliğinin yanı sıra piyano ve keman çalardı. Lombardi Bey ve
Donizetti Paşa’nın öğrencisi olmuştur. Büyük olasılıkla, bir Türk halk
türküsünü piyano için çok seslendiren ilk besteci ve padişahtır.
Çocuklarından Fehime, Hadice, Fatma ve Mehmed
Selahaddin, torunlarından Behiye, Rukiye, Celile ve Ahmed Nihad hepsi piyano
çalar ve besteler yapardı.
2. Abdülhamid
Abdülmecid’in oğlu, 1842 yılında doğmuş, 1876’dan
1909’a dek tahtta kalmış ve 1918 yılında ölmüştür. Birçok saray hocasından
piyano ve Klasik Batı müziği dersleri almış, keman çalmıştır. Klasik Batı
müziğine özel bir önem vermiştir. Yıldız Saray Tiyatrosu’nu yaptırmış, orada
opera izlemiş, devamlı bir konser dizisi düzenletmiş, Avrupa’dan meşhur opera
ve tiyatro sanatçılarını ve virtüözleri İstanbul’a davet etmiştir.
Bütün çocukları ve eşleri piyano çalar ve beste
yapardı. İlk eşi Nazik Eda Baş, kızları Refia, Naime, Şadiye, Ayşe ve Zekiye,
oğulları Mehmed Selim, Abdürrahim Hayri ve Mehmed Burhaneddin çok iyi piyano
çalarlar ve beste yaparlardı.
2. Abdülhamid’den sonra tahta geçen 5. Mehmed
Reşad, 6.Mehmed Vahdeddin ve son halife 2. Abdülmecid de klasik batı müziği ve
piyano eğitimi almalarına rağmen Türk müziğine daha çok eğilmişlerdir. 1922-24
arasında görev yapan Halife Abdülmecid ise güzel sanatlarda çok yetenekli, iyi
bir besteci ve ressamdı. Konçerto ve piyano sonatı gibi formlarda besteler
yapmasının yanı sıra, halen İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nde bulunan
Saray’da Beethoven adlı tablosu yeteneğinin göstergesi sayılabilir.
Muzıka-i
Hümayun
1826 yılında, Asakir-i Mansure-i Muhammediye’nin
tören yürüyüşlerine eşlik edecek bir “boru takımı” olarak kurulmuş, Yeniçeri
Ocağındaki Mehterhane’nin ve saraydaki geleneksel sanat müziği topluluğu
Meşkhane’nin yerini almıştır. İstanbul'da bugünkü İTÜ Taşkışla'da açılmıştır.
Başlangıçta Ahmet Efendi ve Manguel adlı müzisyenlerin yönetiminde olmasına
rağmen, 1828’de yönetime İtalya’dan Giuseppe Donizetti (d. 1788-ö. 1856)
getirilmiştir.
Muzıka-i Humayun, içinde birçok orkestrayı
barındıran, sarayın müzik hocalarının yanı sıra sözü geçen bütün bu konularda
saray dışındaki tiyatro ve konser salonlarında sahneye çıkan, akla gelebilecek
bütün orkestraları ve komple konservatuar öğretim heyetini de kapsayan, Batı
müziğinin yanı sıra Türk Müziği bölümü de olan bir çeşit merkezi sistemle
yönetilen bir müzik devletini andırmaktaydı.
En parlak döneminde 500 kişi iken Abdülhamid
döneminde 350, Balkan Savaşı’nda bazı müzisyenlerin şehit düşmesinden sonra 120
kişiye düşmüştür. Padişahın özel bütçesinden finanse edilirdi ve
kumandanlarının rütbesi bugünkü Orgeneral’e eşitti. Muzıka-i Humayun üyeleri askeri
rütbe sahibiydi, böylece imparatorlukta müzisyenliğin itibar kazanması
amaçlanmıştı. Cumhuriyet’in kurulmasıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası’nın üyeleri ve konservatuar kadrolarının birçoğu buranın üyelerinden
oluşmuştur.
Guiseppe Donizetti
Aşk İksiri, Alayın Kızı, Lucia Di Lammermoor ve
Don Pasquale gibi ünlü opera buffa örneklerini veren besteci Gaetano
Donizetti’nin (d.1797-ö. 1848) abisidir. Napolyon ordularında bando denetçisi
olarak yıllarca çalışmış, Avusturya ve İspanya seferlerine katılmıştır.
Waterloo'daki kesin yenilgisi üzerine 1828 yılında İstanbul'a gelmiştir.
Donizetti, ölümüne dek Muzıka-i Hümayun’un başında kalmıştır ve göreve
başladığından itibaren 6 ay gibi kısa bir zamanda onu bir “saray bandosu”na
dönüştürmüştür. İlk konserini 19 Nisan
1829’da bir bayram töreninde Sultan 2. Mahmud’un huzurunda vermiştir.
“Giuseppe Donizetti, “Osmanlı Saltanat Muzıkaları
Baş Ustakarı” olarak, batı müziği yöntemlerine göre bandoyu eğitmiş ve
geliştirmiştir. Muzıka-i Hümayun, aynı zamanda bir “müzik okulu” özelliği
kazanmıştır. Flüt, piyano, armoni ve çalgılama (instrumentation) derslerini
Donizetti vermiş, Avrupa’dan hem çalgı öğretmenleri, hem çalgılar getirtmiştir.
Sultan 3. Selim’in[2] isteği üzerine Hamparsum Limonciyan (d.
1768-ö.1839) tarafından geliştirilen ve Hamparsum
Yazısı adıyla bilinen geleneksel Türk Müziği yazısı Muzıka-i Hümayun’da
kullanılmamış, batı müziği yazısı benimsenmiştir.
Donizetti, profesyonel müzik eğitimi ve bando çalışmalarının yanı sıra,
öteki müzik etkinliklerine de yönelmiştir. 1840 yılı dolayında sarayda yaylı
çalgı toplulukları oluşturulmuş, Avrupa’dan opera notaları getirilmiştir. (…)”[3]
Çeşitli eserleri arasında 1828’de yaptığı
Mahmudiye ve 1839’da bestelediği Mecidiye marşları önemlidir. Bu marşlar,
isimlerine bestelendikleri padişahın saltanatı süresince milli marş olarak
kabul edildi. Daha sonra İstanbul’a gelen Liszt, Mecidiye marşı üzerine bir
parafraz bestelemiştir.
Guatelli Paşa
Başarılarından ötürü kendisine “general” rütbesi
verilen Donizetti Paşa’nın 1856’da ölmesinden sonra, Callisto Guatelli Paşa
göreve getirilmiştir. Bilinmeyen nedenlerden dolayı 1858’de görevine son
verilmiş, bu yıllar Muzıka-i Humayun için duraklama yılları olmuştur. 1868’de,
Naum Tiyatrosu’ndaki konuk opera orkestralarını yönetmekte olan Guatelli tekrar
aynı pozisyona getirilmiş ve İmparatorluğun Genel Müzik Müdürü unvanıyla 1899
yılındaki ölümüne kadar bu görevde kalmış[4] ve onun
döneminde bando, iyi bir armoni topluluğu niteliği kazanmıştır.
Birçok bestesinin ve marşlarının arasında
Abdülaziz'e ithaf ettiği Osmaniye Marşı, Aziziye Marşı, Şefkat Marşı ve Osmanlı
Sergisi Marşı önemli bir yer tutar.
Muzıka-i
Humayun şef ve öğretmenleri
Guatelli Paşa’nın görevden alındığı on yıl
süresince yine bir İtalyan olan Pisani bu görevi sürdürmüştür ancak selefine
göre sönük kalmıştır. Guatelli’nin yaşamının son üç yılında Fransız vatandaşı
Katolik bir Ermeni olan Dussap Paşa kumandanlık yapmıştır ancak o da büyük bir
başarı gösterememiştir.
1880 yılında, artık yaşlanmış olan Guatelli
Paşa’ya yardımcı olması amacıyla Paris Konservatuarı’nda öğrenim yapmış bulunan
d’Arenda adlı İspanyol asıllı bir piyanist de saraya getirilmiştir. 1899-1909
yıllarında görev yapan ve “Arenda Paşa” olarak bilinen bu müzikçinin
katkılarıyla nota kitaplığı yeniden düzenlenmiş, bandoya yeni bir çalgı olan
saksofon ailesi eklenmiş ve topluluğun kuruluş biçimi Fransız bandolarına göre
yenileştirilmiştir.
1908 yılında Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte
Muzıka-i Humayun’da görevli olan yabancı müzisyenlerin yerine, hepsi
Guatelli’nin öğrencileri olan Türk müzikçiler atanmıştır. “İzmir Marşı”,
“Plevne Marşı” gibi besteleri olan Mehmet Ali Bey, Arenda Paşa’nın yardımcısı
Zati Bey (Arca) ve Flütist Saffet Bey (Atabinen) (1858-1939) kurumda görevlendirilmişlerdir. Bu dönemde Saffet Bey hem
bandonun hem de orkestranın yöneticisi olmuştur. Paris’te Theodor Dubois ile
piyano ve kompozisyon çalışmıştır. Beethoven’ın senfonilerinin
seslendirilmesini gerçekleştirmiş ve opera, bale, uvertür gibi büyük formlarda
eser veren ilk bestecimiz olmuştur.
Muzıka-i Humayun, son kumandanı Osman Zeki Bey
(Üngör) (1880-1959) döneminde oldukça gelişmiş bir düzeye gelmiştir. 1917-18’te
Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan’da konserler vermiştir. Osman Zeki Üngör,
Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın da ilk şefi olmuştur.
Kumandanlar dışında, orkestralarda çeşitli görev
alan veya bazı orkestraları yöneten ve öğretmenlik de yapan şefler vardı.
Türklerden Necib Paşa ve Hamidiye Marşı’nı besteleyen Rıfat Bey bunlardandır.
Yabancı şeflerden Paul Lange Bey Tophane Bandosu şefiydi. Arturo Stravolo Bey
Saray Operası’nı idare eder ve operalarda rol alırdı. Edgar Manas (1875-1964)
ise İtalya’da Trevellini ile piyano, Butazzo ile teori ve kontrpuan çalışmıştı.
1850-1941 yıllarında yaşayan Macar Tevfik Bey, İstanbul’a yerleştikten sonra
piyanist olarak ün yapmış ve 1876’da sarayın piyano öğretmenliğine
getirilmişti. Luigi Arditi Paşa, İngiltere’de Crystal Palace’da Kraliçe
Viktorya’ya Türk Kasidesi’ni bestelemişti.
1930 yılında ölen İtalyan müzisyen Italo Selvelli,
Tophane Muzıkası başında askeri bando şefiydi. 1909-1918 yılları arasında milli
marş olan Reşadiye Marşı'nı bestelemişti.
Yukarıda bahsettiğimiz isimlerin yanı sıra Düssek
Paşa, Pisani, Lombardi, Wondra ve Aleksan Beyler de vardı.
Darülelhan
1917 yılında İstanbul’da kurulduktan sonra 1921
kapanır, ancak 1923'te tekrar açılır. Ülkemizde halka açık eğitim veren ilk
okuldur. Ağırlıklı olarak Türk Sanat Müziği alanında eğitim vermesine rağmen
İstanbul Belediye Konservatuarı’nın öncülü sayılabilir.
Cemal Reşit Rey, Zeki Üngör, Besim Tektaş,
Muhiddin Sadak, Mesut Cemil, Veli Kanık Batı Müziği, Rauf Yekta, Mesut Cemil,
Ahmet Irsoy, Santuri Ziya, Hayriye (Örs) ve Tanburi Faize (Ergin) Türk Müziği
bölümünde görev aldılar.
Opera ve
Operetler
İstanbul'a ilk opera trupunu 1830 yılında Venedikli Giustiniani adlı bir
İtalyan getirterek halkın izlemesini sağlamıştır. Türkçe ilk opera ise 1840
yılında, Donizetti'nin “Belisario” operasının Türkçe'ye çevrilmesi sayesinde
sahnelenmiştir. Dört yıl sonra ilk Türkçe librettoyu, Abdülhak Hamid’in babası
Hayrullah Efendi yazmıştır.
Naum Tiyatrosu ve Diğer Tiyatro
Salonları
1840 yılında Bosco adlı bir İtalyan, bugünkü Galatasaray Lisesi'nin
karşısında 400 kişilik bir tiyatro binası yaptırmıştır. 1844 yılında ise
tiyatroyu Halepli Tütüncüoğlu Mihail Naum Efendi'ye devretmiştir. Naum Efendi
ilk olarak Donizetti'nin “Lucrezia Borgia”sını, sonrasında ise uzun yıllar
Rossini'nin “Sevil Berberi”ni oynatmıştır. 1846 yılında tiyatro yanar ancak
yardımlarla iki yıl sonra bugünkü Tokatlıyan İşhanı'nın bulunduğu yerde tekrar
kurulur. Açılışa padişah Abdülmecid de gelmiştir. Naum Efendi, operaları,
İtalya'da oynandıktan 1-2 ay sonra sahneye koyardı. 1866 yılında Abdülaziz de
tiyatroya gelerek Verdi'nin La Traviata'sını izler ve maddi yardımda bulunur.
Padişahların yanı sıra 1869'da İngiliz veliahtı ve Avusturya İmparatoru Franz
Joseph de burada opera izler. 1870 yılında İstanbul'da çıkan çok büyük bir
yangında tiyatro yanar bir daha açılamaz.
Abdülmecid'in yaptırdığı saray tiyatrosu 1859 yılında, bugünkü İnönü
Stadı'nın olduğu yerde “Dolmabahçe Saray Tiyatrosu” adıyla açılmıştır. Ancak
beş yıl sonra yanarak yok olmuştur. İkinci saray tiyatrosu 1889 yılında
Abdülhamid tarafından Yıldız Sarayı'nda yaptırılmıştır. Arturo Stravolo Bey Abdülhamid'in çok
beğenisini kazanmış ve ailenin en büyüğü Salvatore Stravolo ile birlikte uzun
yıllar bu operada çalışmıştır.
Opera ve Operet Bestecileri
“Operet besteleyen ilk Türk Haydar Bey’dir.
Librettosunu ise Ahmed Midhat Efendi yazmıştı. Çuhacıyan’la aynı derecede
popüler olabilen ilk Türk operet bestecisi ise Muhlis Sabahaddin Bey’dir.
Türkiye’nin Moliére’i, Musahibzade Celal Bey’in muhtelif piyeslerine alaturka
musikimizin tanınmış bestekârları müzik yazmışlardır.”[5]
1868’de Güllü Agop, Gedik Paşa Tiyatrosu’nda
Télémaque operasını Türkçe sahneye koymuş, bir yıl sonra aynı yerde Fuzuli’nin
Leyla vü Mecnun’u üzerine, Mustafa Fazıl Efendi’nin bestelediği ilk Türk
operası sahnelenmiştir.
Dikran Çuhacıyan, ressam Vardakes Isdepanian |
Tanzimat döneminin en çok bilinen opereti Dikran
Çuhacıyan’ın (d. 1837-ö. 1898) 1875’te sahnelenen “Leblebici Horhor Ağa” adlı
eseridir. Aynı bestecinin yazdığı ilk opera olan Ermenice Arsas operası ise
1868’de Naum Tiyatrosu’nda sergilenmiştir. Dikran Çuhacıyan, 1860-1864 arasında
Milano Konservatuarı'nda piyano ve armoni çalışmış, “hafif opera” örneklerini
incelemiştir. Çuhacıyan’ın diğer operetleri Olympia (1896), ilk Türk Opereti Arif’in Hilesi (1872)[6],
Şerif Ağa (1872), Köse Kâhya (1875), Zemire (1881), İndiana (1896)
olarak sıralanabilir. Dikran Çuhacıyan'ın opera ve
operetler dışında 2. Abdülhamid'e ithaf ettiği Hamidiye Marşı bulunmaktadır.
1862'de Çuhacıyan, bu toprakların ilk
müzisyen cemiyetini (Şark Musiki Cemiyeti) ve 1874 yılında Beyoğlu Hazzopula
Geçidi'nde Adam'ın Konser Salonu'nda “Opera Tiyatrosu”nu kurmuştur.
Yukarıda sayılanların yanı sıra Musahipzade Celal
Bey, Muhlis Sabahattin Bey, Kaptanızade Ali Rıza Bey de operetlere katkı
koymuşlardır.
Kantolar
19. yy.da İstanbul’da Batı etkilerinin artmasıyla
ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelen farklı kimliklerin etkisiyle ne Doğu
ne Batı müziği diyebileceğimiz bir eğlence müziği doğmuştur. Müzik de bu
dönemde modernleşmenin yansıdığı sanatlardan biri olmuştur. Latince “Cantus”, İtalyanca “Canto”
kelimelerinden gelen ve şarkı, ezgi, şarkı söyleme sanatı anlamlarını taşıyan
kanto, İstanbul’daki orta sınıf halkın eğlence hayatında etkili olan bir
müzikal tür olarak oluşur. Ramazan gecelerinde Direklerarası’nda, sonraki
dönemlerde Pera’da devam eden kanto eğlencelerinin icracıları genellikle
Ermeni, Rum, Yahudilerden oluşuyordu.
Osmanlı'da
Ermeni Müzisyenler
19. yy. Osmanlı'da Dikran Çuhacıyan'ın yanı sıra
Harutyun Sinanyan ve hanedanın ve Darülelhan'ın ve sarayın armoni, kontrpuan ve
piyano hocalığını da yapan Edgar Manas gibi önemli Ermeni besteciler vardı.
Hamparsum Limonciyan'ın notalamaya, Zilciyan ailesinin zilciliğe getirdiği
katkılar da önemlidir. Kuşkusuz Osmanlı'nın son dönemlerindeki en önemli Ermeni
bestecilerden biri Gomidas'tı.
Gomidas
1869'da Kütahya'da doğdu. 12 yaşında Eçmiadsin'e giderek Kevorkyan ruhban
okulunda kilise eğitimi gördü ve kilisede müzik öğrenimine devam etti.
Eğitiminin sonunda aynı okula müzik öğretmeni olarak atanır. Hampartsumyan nota
sistemine uzmanlık derecesinde vakıf olan, Ermeni kilise ilahilerinin tümünü
ezbere bilen, Ermeni dünyevi müziği konusunda geniş çalışmaları olan Gomidas,
sürekli kendini yenilemeye devam eder. Daha sonra zengin bir hayırseverin
desteğiyle Almanya'da Berlin konservatuarında eğitim alır. Bu sırada kurulan
Uluslararası Müzik Cemiyeti'ne dünyaca ünlü müzikologlar arasında tek öğrenci
olarak kurucu üye sıfatıyla kabul edilir. Bu dönemde verdiği seminerler Ermeni
müziğine çok ilgi çekmiş, hatta sesinin güzelliği de ilgi çekerek Berlin
operası müdüründen solistlik teklifi bile almıştır. Osmanlı'da Ermenilerin
yaşadığı çeşitli bölgelerden 3-4000 şarkı derlemiştir ancak bunlardan 100
tanesi basılabilmiştir. Berlin'deki eğitimi bitince Eçmiadsin'e döner ve makale
yazma, konser-konferans verme, derleme ve düzenleme çalışmalarına buradaki
Kilise'de koro yöneticisi olarak çalışarak devam eder. Bu coğrafyada ilk
bilimsel müzik araştırmalarını gerçekleştirmiş kişi olarak kabul edilebilir.
Gomidas'ın eserlerinden ve derlemelerinden çok azı günümüze ulaşmıştır. Bunlardan biri de Hovhannes Tumanyan'ın şiiri üzerine bestelediği “Anuş” operasıdır. Gomidas, yüzlerce yıldır unutulmuş olan Ermeni notasyonu “Khaz”ı çözmüş, ancak bu konudaki çalışmalarını da yayınlanmamış ve kaybolmuştur. Türk ve Ermeni müziklerinin yanı sıra Kürtçe müzikleri de incelemiştir. Ermeni Kilisesi'nin ana ayinini çok seslilendirmiş ve 7 varyasyonuyla hazırlamıştır ancak bu da kaybolmuştur.
1910 yılında Gomidas İstanbul'a gider. İstanbul'daki Ermeni topluluğunun
yanı sıra aydın çevrelerinde de sevilip sayılmıştır. Çeşitli konserler
düzenlemiş, koro yönetmiş, besteler yapıp seslendirmiştir. Dönemin içişleri
bakanı Talat ve savaş bakanı Enver Paşa'lar da Gomidas'ın bir konserini izleyip
beğenmişlerdi. Sonradan son halife olacak olan ve güzel sanatlara yakınlığıyla
bilinen şehzade Abdülmecid de Gomidas'ı dinlemiş ve hayran olmuştu. Prof. Kurt
Sachs ve Debussy gibi Avrupalı müzikçiler de Gomidas için övgü dolu sözler
söylemişti. 1915 yılındaki sürgünden
geri dönebilmiş olsa da 1935 yılındaki ölümüne dek eski sağlığına
kavuşamamıştır.
Avrupa'lı
Müzisyenler ve Osmanlı
Osmanlı'ya davet edilen en önemli müzisyen Macar
besteci ve piyanist Franz Liszt'tir. Abdülmecid'in padişahlığı döneminde, 1847
Haziran'ında gelmiş ve müzik dükkanı sahibi “levanten” Alexandre Comendinger'in
Beyoğlu'ndaki evinde misafir kalmıştır. Sarayda, Avusturya Sefareti'nde ve
Fransız Sefiri'nin evinde konserler vermiştir. Abdülmecid'in huzurundaki
konserini Dolmabahçe Sarayı'nın yanındaki Beşiktaş Sarayı'nda vermiştir.
Donizetti'nin “Marş-ı Sultani”sinde yer alan ezgiyle uzunca bir fantezi yaparak
Saray'dan bir nişan istemiştir ve 4. derece Mecidi Nişanı ve 125 altın
değerinde mücevherli bir kutu verilmiştir. O dönemde Osmanlı'da müzisyenlere
yüksek nişanlar vermek adet olmadığı için Liszt'in Avrupa saraylarında aldığı
daha üst dereceli nişanlar arasında bu daha düşük kalmıştır. Donizetti'nin
Mecidiye Marşı üzerine bestelediği Parafraz'ı bu konserlerinde çaldığı tahmin
edilmektedir.
1848 yılında ünlü kemancı Vieuxtemps da İstanbul'a
gelmiş ve sarayda padişahın huzurunda konser vermiştir. Ona da dördüncü
dereceden bir nişan verilmiştir.
O dönem dünyanın büyük şeflerinden biri olan
Angelo Mariani, 1849-52 yıllarında konuk şef olarak Muzıka-i Humayun'u idare
etmiştir.
1856-57 yıllarında İstanbul'a gelen Luigi Arditi,
Naum Tiyatros'unda bazı opera temsilleri yönetmiştir.
Rossini, Johann Strauss, Eduard Strauss, Henri
Herz, Alfred Gungl ve Saint-Saens gibi önemli besteciler padişahlara eserlerini
ithaf etmişlerdir.
Ek: Notalama Sistemi
“19. yy.a kadar geleneksel Türk müzik tarihinde
yer alan müzik yazıları (notasyon) özgün buluşlardır: Ebced yazıları başta olmak üzere Ali Ufki yazısı, Kantemiroğlu
yazısı gibi müzik yazıları genellikle belli kişilerin el yazması yapıtlarında
kullanılmış, ancak dönemlerinin bestecileri, seslendiricileri vb. arasında
yaygınlaşamamıştır. (…)”[7]
18. yy. ortalarında Ali Ufki Bey “Mecmua-i Saz ü
Söz”ünde ilk kes batı notasyonunu (solmizasyon) kullanmış, ancak Arel-Ezgi
sistemi gibi o da 20. yy.a kadar yerleşememiştir. Çeşitli sistemler arasında en
çok kullanılanı Hamparsum notasyonu olmuştur.
“Yüzyıllar boyunca Ermeni müzisyenler “Khaz”
adıyla anılan eski Ermeni nota sistemini kullandılar. Ne yazık ki günümüze
ulaşamayan bu notalama sisteminin sözcüklerin üzerine yazılan 100’den çok
işaretten oluştuğu biliniyor.
1768-1839 yılları arasında yaşayan kilise baş
mugannisi “Baba” Hampartsum Limonciyan, Khaz sanatının unutulmasından sonra
kulaktan-kulağa öğretilen ilahilerin değişikliğe uğramasını önleyebilmek
amacıyla, eski “işaretlerden” yedi tanesini seçip Avrupa nota sistemine uyarlar
ve porte olmadan kullanılabilecek bir nota sistemi yaratır. Daha sonra kendi
adıyla “Limonciyan” veya “Hampartsumyan” olarak anılacak olan bu sistem hızla
yayılarak hem kiliselerde hem de dünyevi müzik alanında kullanılmaya başlanır.
Bu nota sisteminin yaygınlaşmasıyla birlikte, o zamana kadar sözlü olarak
devredilen sayısız Osmanlı müzik eseri de notaya alınarak muhakkak bir kayıptan
kurtarılmıştır. Arşivlerde korunarak günümüze ulaşan hemen bütün müzik
eserleri, Hampartsumyan notalarıyla kaydedilmiştir.”[8]
Kaynaklar
ÖNDİN, Nilüfer, 2003, Cumhuriyet’in Kültür Politikası ve Sanat, İnsancıl
Yayınları, İstanbul
YENER, Faruk, 1992, 100 OPERA, 3. Baskı, Bateş Yayınları, İstanbul
YENER, Faruk, 1990, Şu Eşsiz Müzik Sanatı, Cem Yayınevi, İstanbul
REFİĞ, Gülper, 2012, Özsoy Operası Bir Perdelik Efsane, Atatürk ve Adnan
Saygun, Boyut Yayıncılık, İstanbul
REFİĞ, Gülper, yayınlanmamış Türk Müziği notları
SAY, Ahmet, 2006, Müzik Tarihi, 6. Baskı, Müzik Ansiklopedisi Yayınları,
Ankara
NALCI, Tamar, 2010, Gomidas Bu Toprağın Sesi, Doğumunun 140. Ve Ölümünün
75. Yılında, Avrupa Kültür Başkenti kapsamında yayınlanmış kitapçık, İstanbul
KOSAL, Vedat, 2001, Osmanlı’da Klasik Batı Müziği, EKO Basım Yayıncılık ve
Organizasyon Ltd. Şirketi, İstanbul
[1] Vedat Kosal, Wagner'e mali destek veren padişahın 2. Abdülhamit
olduğu söylüyor ancak Faruk Yener Şu Eşsiz Müzik Sanatı'nın “Bayreuth Festival
Evi” bölümünde bu padişahın Abdülaziz olduğunu yazmış. Festival evinin yapımı
1876'da tamamlandığı ve Abdülhamit de aynı yıl tahta çıktığı için desteği yapanın
Abdülaziz olduğunu düşünmek daha mantıklı görünüyor.
[2] Osmanlı padişahlarının
çoğu bir sanatta veya zanaatta ustalaşmışlardı. Batılılaşma Dönemi
padişahlarından 3. Selim Klasik Türk Müziği bestecisi, son halife Abdülmecid de
ressamdı.
[4] Guatelli Paşa'nın Muzıka-i Humayun kumandanı olarak
görevlendirildiği tarihler Vedat Kosal'ın Osmanlı'da Klasik Batı Müziği
kitabından alınmıştır. Gülper Refiğ'e göre Donizetti Paşa'nın 1856'daki
ölümünden sonra yerine Necib Paşa getirilmiş, beş yıllık görevinden sonra,
Guatelli Paşa, Abdülaziz devrinde padişaha ithaf ettiği “Marş-ı Sultani” ile
yeni hükümdar tarafından ödüllendirilerek 1861'de Muzıka-i Humayun
kumandanlığına atanmıştır.
[6] Ahmet Say, 1872 yılında
Şerif Ağa, 1875 yılında Arif'in Hilesi şeklinde kronolojik bir sıra
vermiştir.
No comments:
Post a Comment