Soğuk,
karlı ve karanlık kış günlerinde herkesi az veya çok bir kasvet kaplar, daha
çok düşünür, belki biraz da içine döner. İşte böyle bir atmosferde, tam da karla kaplı bir yılbaşında, tatil için Kapadokya'ya gitmeden önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle izlemeye başladığım Kış Uykusu filmi beni oldukça etkiledi.
Kış, geçtiğimiz yüzyıllar içinde en
çok, Romantizmle anılan 19. yy.ı çağrıştırır: gece, ay, doğa, birey, aşk, ölüm,
mistisizm ve geçmişe özlem. Ünlü Alman Romantik besteci Franz Schubert'i
(1797-1828) bir kelimeyle tarif etmek gerekirse benzetilecek şeylerin başında kesinlikle
kış gelir. Nuri Bilge Ceylan da böyle düşünmüş olacak ki karlar altındaki
Kapadokya'da geçen Kış Uykusu filminde müzik olarak Schubert'i kullanmış.
2014
yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye ödülünü kazanan Kış Uykusu'nda
hostel işletmecisi Aydın Bey rolünde Haluk Bilginer, eşi Nihal rolünde Melisa
Sözen ve kardeşi Necla rolünde ise Demet Akbağ oynamaktadır. 3 saat 16 dakika
süren filmde Aydın Bey ömrünün ve evliliğinin kışını yaşayan, çevresinin
kendisinden beklediği gibi ünlü bir tiyatrocu olamamış, kimsenin (ablasının
bile) okumadığı bir yerel gazetede köşe yazıları yazmaktan başka uğraşı
kalmamış yalnız bir "aydın"dır. Yörede birçok gayrimenkulü vardır
ancak o bunlarla uğraşmak yerine daktilosunun başında, yazılarıyla ve
düşünceleriyle uğraşır. Kendisi, eşi, ablası, arkadaşı Suavi, hepsi kış
uykusundadır. İstanbul'dan Kapadokya'ya gelmiş; kırın ataletine bürünmüş,
onunla aynı uykuya gömülmüşlerdir. Yalnızlardır.
Sinemada
müzik, birçok değişik şekilde kullanılabilir. Kış Uykusu'nda ise yine
Romantik bir besteci olan Wagner'vari bir şekilde, Leitmotiv olarak kullanılır. İlk kez Richard Wagner'in (1813-1883)
operalarında kullanarak sanat dünyasına kazandırdığı leitmotiv, bir eser boyunca belirli bir kişi, durum ya da fikirle
birlikte belirli bir temanın sürekli tekrarlanmasını ifade etmektedir. Filmde
baş kahraman/protagonist Aydın Bey'in yalnızken, kendi içine döndüğü anlarda
usulca çalmaya başlayan Schubert'in La Majör Piyano Sonatı'nın 2. bölümü
(Andantino) de Aydın Bey'in leitmotiv'i
olarak karşımıza çıkar.
Kendi
eserlerinde sık sık işlediği bir tema olmasının yanı sıra ölüm, Schubert'i çok
erken yakalamış ve müzik ve sanat tarihindeki en trajik sonlardan birine neden
olmuştur. Filmde duyduğumuz 20 numaralı La Majör Piyano Sonatı, 31 yaşındaki
erken gidişinden önceki son aylarda bestelediği ve olgunluk çağının en önemli
başyapıtlarından sayılan üç piyano sonatından biridir. En çok döneminin ünlü
şiirlerini besteleyerek yaptığı şarkılarıyla (Lied) tanınan Schubert'in bu
sonatlarında da şiirsel, şarkı gibi, hikaye anlatan ve dinleyenle konuşan bir
yön ön plana çıkar. Müziğin ilk notalarından itibaren ölüme çok yakın olduğunu hisseden,
geçmişin mutlu anlarını hatırlayarak avunan ve bir gün yine onlara kavuşup
kavuşamayacağını bilmeden çabalayan birinin içinden geçen özlemler dingin bir
heyecanla duyulur.
Schubert'in
müziği, Aydın Bey'in ve diğer karakterlerin üzerlerine ölü toprağı atılmış
gibi, hiç bitmemecesine kış uykusuna yatmış hallerini çok iyi tamamlar. Öyle ki,
insana yalnızca bir gün bahar yeniden gelecek mi, güneşin doğuşunu bir kez daha
görebilecek miyiz diye düşünmekten başka seçenek kalmaz.
Schubert
Dinleme Önerileri:
Winterreise
D.911 (Şarkı Kitabı)
Der
Tod und Das Madchen D.531 (Yaylı Dörtlüsü)
Bitmemiş
Senfoni D.759 (Senfoni)
Erlkönig
D.328 (Şarkı)
No comments:
Post a Comment