"The ugliest man on earth was standing on top of the world." diye düşündüm Dunia'nin çatısında 28 Ocak'taki Inferno performansını izlerken. Hiç bitmeyecekmişçesine bir karın ağrısı. İçinden çıkılmaz bir girdap ve çaresizliğin acısı. Hiç güzel günler yaşanmamışçasına/güneş hiç doğmamışçasına gömüldüğüm bir karanlık. "Ruhsuzum ben, bilmiyor musun?" der gibi: "Konuştuğun bu şey yalnızca bir kabuk!" Anlaşılmak için çok karmaşık. (Özellikle 3. halkadan önce herşey çapraşık)
Inferno, Dante'nin İlahi Komedya üçlemesinin ilk bölümü olan Cehennem'den esinleniyor. Dante'nin kelimelerle yaptığını seslerle yapıyor; ama Dante gibi şekilsel olarak çok katı olan Terza Rima türü şiirin aksine, özgür doğaçlama ile Cehennemin 9 katını tasvir ediyor. "Inferno", Volkan Ergen'in darbukası (ve kimi zaman diğer değişik vurmalıları) ve Meriç Demirkol'un soprano saksafonuyla canlanıyor. Yine Volkan Ergen'in yarattığı olağanüstü kaliteli ses ve efektlerle bizi içine alıyor [derimizi yüzüyor, etimizi doğruyor, ruhumuzu çiğniyor, birbirimize çarpıştırıyor, ateş yağmuruna tutuyor, ziftte kaynatıyor, baş aşağı gömüyor, yılanlara sokturuyor ve sonunda buz kesip donduruyor .. ]
Sesler bizi öğütse de ilk başta bizim onu öğüteceğimizi sanmamız yanılgısını yaratıyor. Çünkü üzerinde "3. halkada aç" yazan bir çatal-bıçak paketi karşılıyor bizi konser başlamadan önce.
20 dk kadar sonra 3. halka gelince "tüm o süre boyunca büyüyen merakımızın oburluğuyla" paketi açıyoruz ve içinden -ilk bakışta- anlamsız olan o çatal dilli pipet çıkıyor.
Darbukacının yönlendirmesiyle, ondan ses çıkarmamız gerektiğini anlıyoruz ama pek de beceremiyoruz aslında:) 3. halkadaki tutsak oburlar gibi açlıkla bekliyoruz ama sonunda yine doyamıyoruz. Sonra anlıyoruz ki, pipetten çıkan ses aslında 3. halkanın bekçiliğini yapan üç başlı köpek Kerberos'un ulumalarını duyuruyor. (Orada biz seyirciler de çok başlı bir şeytan köpeğin farklı kafaları mı oluyoruz?)
Tüm bunlar olurken mekan bir yanıyor, bir sönüyor ama aslında daha ziyade yanıyor. Çünkü müzisyenlerin ortasında yanan kahverengi kilise mumları duruyor. Inferno'yu ilk izlediğimde (ki şu yazıda bahsetmiştim) de bu mumlar iki müzisyenin arasındaydı. Aslında bu müziğin ve mumların da kiliseye daha çok uyduğunu söylemeliyim. ama asıl olarak, ancak bu konserde fark ettiğim, o mumların iki müzisyeni birbirinden ayırdığı ve ikisine de ayrı kişilikler kazandırdığı: birinin Dante, birinin Vergilius olduğu. kaybolmuş, yüce sevgiyi arayan Dante Volkan Ergen, bu yolculuğun Cehennem bölümünde ona rehberlik eden Vergilius'sa Meriç Demirkol. Yoksa tam tersi mi? Hangisi diğerine yol gösteriyor? Sanırım bu; özellikle de bu tarz müzikte, özgür doğaçlamada, yanıtlanması olası olmayan bir soru haline geliyor. Çünkü tonal müziğin, tonal doğaçlamanın dışına çıkılan bu müzikte (aynı yer altına girerek dünya gerçekliğinin dışına çıkılan Inferno gibi); birinin diğerine yol göstermesinden bahsedilemez. Sonuçta Dante olmasaydı, Vergilius da Cehennem'e girer miydi?
29 Kasım 2014, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi konserinden |
Bunları düşünürken sapkınların açık mezarlarında inlediği ve cehennemin 3 cadısının gelenleri taş kesmek için Medusa'yı beklediği 6. kat bitiyor. Giderek daha derine iniliyor, daha da kararıyor. Mumları spreyle yakıp alev çıkartıyorlar. Yanık et kokusu alınabilir her an. ya da sıcaktan kavrulabiliriz. Yeldeğirmeni'nde yangına sebep olacaktı bu spreyli deney galiba. Neyse ki Dunia'da bir şey olmuyor (hatta maalesef, neredeyse hiç bir şey olmuyor -halkaları açıklayan tepegözden çok fazla ışık çıktığı için belki de). Önceki performansta kullanılan az ışıkta da okunabilen şeffaf kağıda basılı program tam anlamıyla mükemmeldi, keşke hep karanlıkta ve şeffaf programla devam edilseydi.
Seyircilere de çok şey derdim ama demeyeceğim; keşke daha çok kişi olsaydı. Keşke daha yetkin olsalardı .. ama bence insanları ancak, zamanında Kandinsky'nin Sanatta Tinsellik Üzerine'de yazdığı gibi sanatı bir börek olarak, hızlıca yenip yutulacak ve sonra çıkartılacak bir şey olarak görmekten çıkabilselerdi eleştirebilirdik. Bu halleriyle bile, var olmaları şu an için yeterince iyi.
Son olarak, doğaçlama olduğu için her defasında farklı olan bu performanslardan hangisini daha çok sevdim?
1) 2014 Yeldeğirmeni Sanat Merkezi
2) 2015 Karga Bar
3) 2016 Dunia Bar
Bu konuda objektif bir cevap veremeyeceğim sanırım ama bir cevap vermem gerekirse en iyisi ilkiydi; yukarıda birazından bahsettiğim sebeplerden dolayı. Dunia konseri ise tüm ışığın ve umudun yok olduğu en dipteki 9. ve son halkada tüm ışıkların sönmesi ve buz gibi karanlığı tüm duyularımızla yaşatmasıyla, 2016'ya çıtayı çok yükseğe koyarak başlamamı sağladı! ve "The ugliest man on earth is standing on top of the world." dedirtti.
No comments:
Post a Comment