"Ve evin yüzü burkuldu
Bir kıpırtı vardı şakaklarında."
yeniyılın üzerinden çok geçmemişti, ocak ayıydı yani. zaten elbette ki yeni yılın üzerinden çok geçmeyecekti
çünkü o zaman eskimiş olurdu. aynı O'nun dediği gibi, "eskidiğinde şu zaman".
O'nlardan çok var, problem de bu.
ocak ayının bir gecesinde, nedense çok soğuk da değildi. barda oturuyordu. tek amacı O'nunla tanışmaktı.
Tanıştılar, birşeyler yaşandı ve numarasını vermedi, sadece onunkini aldı. birkaç gün telefon kulübesinden
arayarak bir macera yaşadı:) daha sonra saçma sapan bir sebepten konuşmadılar, adam kıza küstü, aynı barda.
"Duyuyordum kıpırtısını içimde.
Bir bulut geçiyordu senin gözlerinden.
Oturuyorduk; ben kızgın çölüm, sen yıldızsız göğünle."
1 ay hiç konuşmadılar, kızın birkaç kere konuşma çabası dışında. onun için bir özür melodisi bile bestelemişti ve
ona aldığı tatlıyı hediye paketi yapmıştı.
masumiyet öldü.
neden sonra, tekrar görüşmeye başladılar. sebepsiz bir sebebi vardı; hikayenin başlangıcı, devamından daha
önemli değil.
bu defa sevgili olarak değil, arkadaş olarak başladılar. dans ettiler. dans etmeyi öğrettiler ve dans etmeyi
öğrendiler.
sürekli yapılan ve bozulan evrenin, zamandan kaçan zerresiydiler.
yapılan ve bozulan,
olunan ve kaçılan,
bilinen ama anlanmayan,
varlık ve yokluk.
"Bir kesit kalmıştı geriye şimdi o evden
Eski bir yaşantıyı simgeleyen"
hep başkalarıyla oldular. kendilerini yapıp bozdular. çünkü "her tercih bir dışlama"dır.
bir seçim yaptılar. sonra bir seçim daha. kendilerine sıktılar, çünkü insan aslında "20li yaşlarında kendine sıktığı
bir kurşunla ölür". yıkıcıydılar, yıkıldılar.
"Yıkıcılar geldiler;
Düştü gürültüsüyle yüzü köhne evin,
Göründü bazı odaları ve iç duvarları."
şimdi hala kendilerine sıkıyorlar. artık birbirlerine de. neden bu inat ve savaş? kendileriyle ve birbirleriyle? ve ikisi de bunu sürdürmekte neden
bunca ısrarlı? aynı oldukları için herhalde. istanbulda reklamcılık yapan hamburglu bir kız, yıllar sonunda
memleketine dönmeden önce demişti burada tanışıp birlikte döneceği arkadaşı için "biz aynıyız, O benim taşaklı halim".
bir yandan da çok saçma herşey, anlamsız. çocukça. erimekte. hiç bitmemecesine.
"Ve temizleyecekler kazılan yerlerde
Bizden kalan balçığı."
ps. bence gerçekten yıkıldı ve bitti artık, taşıyamıyorum ben bunu. kendini doğrulayan kehanet gibi, biteceğini biliyordum ve bitirdim sanırım, yanlışlar ve yanlışlarla :(
çünkü "
Her insan ayağının sürçeceği o melun taşı kendi içinde taşır" Heinrich von Kleist
*tırnak içindeki mısralar Metin Altıok'un Yıkıcılar Geldiler şiirinden alınmıştır.