PHILIP GLASS - KOYAANISQATSI
Koyaanisqatsi, alışılmış filmlerin aksine öykü anlatmayan, sözsüz,
Amerika’nın doğal ve kentsel manzaralarını yansıtan müzik, görüntü ve
fikirlerin iç içe geçtiği, belgesel türüne sokulabilecek bir film. Müziklerini
ABD’li minimalist besteci Philip Glass’ın yaptığı, yönetmenliğini Godfrey
Reggio’nun ve görüntü yönetmenliğini Ron Fricke’nin yaptığı 1982 tarihli filmin
adı, bir Amerikan yerli kabilesi olan Hopi dilinde “dengesini yitirmiş hayat”
anlamına geliyor. Kelimenin diğer anlamları çılgın hayat, karışıklık içindeki
yaşam, parçalanan hayat, başka türlü bir yaşama çağıran hayat durumu olarak
sıralanabilir.
Aslında Koyaanisqatsi’nin öykü anlatmadığını söyleyemeyiz. 21. yy.ın
eşiğinde ABD’nin geldiği noktanın hikâyesini, alışılmamış bir dille, müzik ve
görüntü bütünlüğü ve kurgusuyla anlatıyor. Film antik yerli Amerikan mağara
çizimleriyle başlıyor, bu sırada “Koyaanisqatsi” isimli parça çalıyor. Salt
doğa görüntüleriyle başlayan film 86 dakika içinde insanoğlu tarafından bozulan
doğayı ve şehirleri göstererek devam ediyor. New Mexico çöllerinde birbirini
kovalayan bulutlar, St. Louis’de başarısız olan bir konut projesinin
dinamitlenmesi, arı sürüsü gibi insanların Grand Central Station’a girip
çıkması, Los Angeles otobanlarında akan trafik, üretim bandındaki Chevy Camaro
arabaları, Temmuz 1977’de New York’taki iki günlük elektrik kesintisinin
ardından yaşanan yağma ve yangınlar (1.12), Sovyet tankları, birbirine karışan
müzik ve hareketi izliyoruz. En sonunda yine mağara çizimleriyle bitiyor.
Filmde fiziksel hareketin değişik türlerini karşılaştırmak için
hızlandırılmış ve yavaşlatılmış görüntüler çok sık kullanılıyor. Örneğin,
bulutların hareketi hızlandırılmış, dalgalar ise yavaşlatılmış şekilde
veriliyor ve böylece bu doğa güçlerinin hareketlerindeki benzerliği
görebiliyoruz. Bu şekilde karşılaştırma film boyunca yapılıyor ve dünyayı
farklı bir şekilde görmemizi sağlıyor. Bunun yanı sıra modern zamanlarda
hareket algısının değişimini de sorgulatıyor. İlkçağlardan günümüze ve doğanın
kendi ritminden kent yaşamının temposuna olan değişimi gösteriyor.
Filmin bir plotu yok, böylece izleyicinin kendi kendine anlamlandırmasına
daha çok olanak sağlıyor. Görüntü ve müziği değerlendirmek alımlayana düşüyor;
biz ne istersek o oluyor. Ancak filmdeki temel fikrin insanoğlunun doğadan
kopması olduğunu söyleyebiliriz. Artık doğayla bağımız yok denecek kadar az,
teknolojinin içinde yaşıyoruz.
Filmin adı da dâhil olmak üzere neden Hopi dili kullanıldığına dair
farklı yanıtlar bulunabilir. Hopiler bir Amerikan yerli kabilesi ve kolonici
İngiliz ve İspanyollar, yani bu filmde eleştirilen topluluklar tarafından yok
edilme tehlikesiyle karşılaşmış bir topluluk. Bir diğer yanıt da bilinmeyen bir
dil olduğu için herhangi bir çağrışım yapmaması olabilir. Koyaanisqatsi
insanlar için duygusal bir yük taşımayan, önceden anlama sahip olmayan bir
kelime. Seyirci istediğini çağrışımı yapabilir ondan.
Koyaanisqatsi, Qatsi üçlemesinin ilk filmidir. Müzik ve eğlence
sektöründe hemen herkes az veya çok bu filmden etkilenmiştir. Yönetmenin bu
filmin ardından çektiği diğer filmler Powaqqatsi (1988), Anima Mundi (1992),
Naqoyqatsi (2002).
Philip Glass |
Music In Similar Motion (1969), operaları Einstein on the Beach
(1976), Satyagraha (1980) ve Akhnaten (1983) gibi önceki eserleriyle müzik
dünyasında etkili bir isim olmuşsa da Koyaanisqatsi, 1983 tarihinde
yayınlandığında Philip Glass’ın ilk büyük popüler başarısı olmuştu. Filmin
müziklerinin ilk yayınlanışı kötü bir zamana denk gelmişti. Çünkü LP dönemi
kapanıyor, kompakt diskler yeni yeni yaygınlaşıyordu. LP’nin bir yüzü 25 dakika
kaydedebiliyordu. Bu nedenle 15 yıl sonra tekrar yayınlanana kadar müziklerin
yarısı yalnızca filmle dinlenebiliyordu. Bu albümde toplam 45 dakikalık 6 parça
yer alıyordu. 2009’da yayınlanan tamamlanmış film müzikleri ise 76 dakikalık 13
parçadan oluşuyor: Koyaanisqatsi, Organic, Clouds, Resource, Vessels, Pruitt
Igoe, Pruitt Igoe Coda, Slo Mo People, The Grid – Introduction, The Grid,
Microchip, Prophecies, Translations & Credits.
Koyaanisqatsi’nin iyi biçimlendirilmiş bir kompozisyonu vardır.
Başlangıçtaki tarihsel olmayan girişi Vessels’teki huzurlu a kapella müzik
takip eder. Daha sonra tedirgin ve karmaşık Pruit Igoe, sonunda yine girişteki
kasvetli müziğe dönen Prophecies’le 65 dakika öncesine bağlanır. İlk parça olan Koyaanisqatsi’de bir org, kilise arpeji benzeri
şekilde başlar. Ardından kasvetli bir vokal Koyaanisqatsi sözleriyle girer. Bu
müzik tarihsiz bir müziktir (yani tarihin herhangi bir döneminde yazılmış
olabilir), basit bir düzenleme, konsonant ve yalın armoniler kullanılmıştır. Açılışta da sonda da mağara çizimleri ve roket kalkışına eşlik eder bu müzik.
Yani
insanlık tarihinin başlangıcını ve en son geldiği noktayı göstererek bir giriş
yapar filme. İçinde bulunduğumuz dünyayı farklı bir gözle görmemiz gerektiğini
söyler. Tüm bu tarihi yansıtan, aynı zamanda da hiçbir tarihi yansıtmayan bir
müziktir.
İkinci parça olan Organic’te New Mexico çöllerini ve devasa
kanyonları görürüz. Aynı çöller gibi uçsuz bucaksız, düz bir müziktir.
Kanyonlardaki ve mağaralardaki çukur ve tepeler, arpejler, rüzgâr uğultuları ve
uğultu benzeri uzayan vokallerle desteklenir. Bu müzikte de doğanın tüm
insanlık tarihini kat be kat aşan yaşını, yüz binlerce yıllık geçmişini ve bu
yüzden zamanın onlar için farklı, daha durağan aktığını hissedebiliriz. Aceleci
değil sakin ve ağırbaşlı bir müziktir Organic.
Üçüncü parça Clouds, okyanus ve bulut görüntülerini tasvir eder.
Hızlandırılmış bulutlar ve yavaşlatılmış dalgalar birbirine benzer, ritmik,
görkemli hareketlere sahiptir. Müzikte de hep sabit devam eden ritm,
üflemelilerin çaldığı görkemli melodi ve daha pes üflemelilerin yinelediği alt
melodiyle görüntüler desteklenir.
Dördüncü parça Resources’da doğal kaynaklarımızı görürüz. Ormanlar,
tarlalar, göller, denizler, hem hızlandırılmış hem normal hızdaki görüntülerle
verilir. Tarlalardaki bitkilerin renklerinin ritmik şekilde değişmesi gibi
mutlu, neşeli, majör ve ritmik bir müziktir bu. Ancak buldozerlerin gelişiyle
müzik daha karanlık ve minör tonlara geçer.
Az önce gördüğümüz güzel doğanın
insanlar tarafından nasıl değiştirildiğini ve yok edildiğini görürüz.
Devamında, elektrik direkleriyle müzik şaşkın, korkmuş ve endişeli bir hale
evrilir. Uçsuz bucaksız çöllerde veya güzelim göl kıyılarında kurulan beton
fabrikalara, barajlara şaşırırız ve doğaya vereceği zarardan endişeleniriz.
Hopi Kehanetleri’ndeki uyarı aklımıza gelir:
“Toprağı kazıp çıkarırsak değerli şeyleri, Davet ederiz felaketi.” Müzik giderek bir felaket müziğine evrilir,
heyecanlı şekilde devam eden ritmik arpej, üzerinde atılan her bombayla
patlayan tahta üflemeliler ve bir anda gelen sessizlik.
Beşinci parça Vessels ile insan yapımı teknolojiyi görmeye başlarız.
Hafif bir enstrüman eşliğiyle sözsüz çok sesli vokal bir müziktir Vessels.
Damarlar, taşıyıcılar anlamına gelir ve trafiğin aktığı şerit görüntüleriyle
tam bir benzerlik taşır. Bu andan itibaren vokal müzik hızlı bir arpejle
desteklenerek sakin ve huşu dolu havasından çıkarak gündelik ve telaşlı bir
havaya bürünür. Ardından tanklar, savaş uçakları ve füzelerle teknolojinin
gelişiminin aslında savaş teknolojisini de ne kadar geliştirdiğini telaşla ve
endişeyle izleriz. Her üst teknoloji savaş makinesinde müzik de spiral gibi
döngüsünün bir üst basamağına tırmanır. Bu görüntülerden birinde gördüğümüz
uçak gemisinde E=mc2 yazması da Vessels’in anlamını açık şekilde verir: İnsanlık bilim ve teknolojide ilerledi, atomu bile parçalayacak düzeye geldi
ancak ilk iş olarak bu bilgisini savaşta kullandı. İlerleme yalandır; bu düzen
kendi kendini yıkmaya yazgılıdır. Sonunda müzik de bir anda yok olur.
Altıncı parça Pruitt Igoe hızlandırılmış bir New York görüntüsünün
ardında belli belirsiz bir kent uğultusuyla başlar. Kente düşen bulut gölgeleri
sanki şehrin üstünde kara bulutlar dolaştığını ima eder. Kamera kentte
gezinirken hafifçe yaylılar tedirgin ve duygusal, minör tonlarda bir müziğe
başlar. Filmin belki de en melodik müziğini burada duyarız. Yıkık dökük, harabe
haline gelmiş konutlar metropolün diğer yüzünü gösterir:
evsiz kalmış, fakir
siyahi insanlar. Pruitt-Igoe, 1970’lerde Missouri, St. Louis’deki başarısızlığa
uğramış bir toplu konut projesidir, 33 binası yıkılır. Filmde yıkılan çeşitli
binalar vardır.
Yine teknolojinin, insan aklının neler yapabildiğini, ancak
düşüncesizliğinden ötürü yarattığı bir yıkıma, israfa şahit oluruz. Kemanların
melodisi yıkımı simgeler gibi inicidir, üflemeliler ise onunla zıtlık yaratacak
şekilde yükselerek kıyamet notası gibi bir tepe notasına gelir. Yıkımların
sonunda müzik de sakinleşir. Pruitt Igoe’nin Coda’sında bulutlar ve şehrin
birlikte alındığı görüntüler, doğanın karşısında insanların gurur kaynağı
gökdelenlerin ve metropollerin bile ne kadar küçük ve çaresiz olduğunu
düşündürür.
Sekizinci parça SloMo People, yavaş ve ağır çekimlerde bu “çılgın
dünya”nın insanlarını "Slow Motion"da anlatır. Kentte yaşayan, doğal haline kıyasla bambaşka
bir hayat ve hareketlilikte yaşayan; metalaşmış, bireycileşmiş ama bir o kadar
standartlaşmış insanlar.
Dokuzuncu parça The Grid Introduction, ismiyle aynı şekilde, ızgara
gibi görünen bir binanın dış yüzeyiyle başlar. Binalar arasındaki yollar, kat
kat gökdelenlerin ışıkları hep bu ızgarayı andırır. Birbirinden ayrılmış,
yalıtılmış, hapsedilmiş insanlar ve parçalanan hayatımız. Müzik de görüntüler
gibi yavaş başlayarak giderek hızlanır. Sanki müziği de hızlandırılmış şekilde
dinleriz.
Mekanikleşmiş, standardize olmuş, sürekli aynı şeyin tekrarlandığı
müziğe, The Grid parçasıyla birlikte vokaller de eklenir. En uzun ve en
görkemli bölüm tüm nakaratı ve orkestrasıyla The Grid’dir. Ve filmdeki en
kaotik ve vahşi bölümlere tekabül eder. Pirinç üflemelilerde oldukça basit bir
girişin ardından, Glass’ın imzası haline gelmiş klavye ve tahta üflemeliler
aniden girerek parlak, hızlı arpejli bölümlere başlar ve müzik evrilir.
Parçanın kalanında bir derviş gibi heyecanlı ve yorucu şekilde, yüzlerce kere
döner. Dinleyicinin ilgisini ayakta tutabilmek için her defasında çeşitlenir.
The Grid’in çaldığı sahnelerde, müzikte olduğu gibi görüntüde de hep aynı şeyin
yinelenişini görüyoruz.
Üretim bantları, sosis, trafik, atari oyunları, market
kasaları, “shopping mall”lar ve fast food kültürü vb. Bu bölümler bireyselliğin
yok olduğu ve her şeyin standartlaştığı dünyayı yansıtıyor. İnsanlar birbirine
dokunmadan birbirlerinin yanından geçip gidiyor. Yürüyen merdiven sahnesini
izlerken sanki insanlar üretim bandındaki herhangi bir metaymış, hatta
sosislermiş gibi bir izlenim oluşuyor.
Hem tüketici insanın standartlaşmasına,
hem de üretim bandında çalışan işçilerin makineleşmesine, metalaşmasına,
insanlığının yok oluşuna sahne oluyoruz. İnsanın hükmettiği makineler ve
metalar insana hükmetmeye başlıyor. Filmde gördüğümüz metropol insanlarının
alışveriş merkezleri, gökdelenler, televizyon ekranı ve trafikten uzaklaşıp
doğayla buluşabildiği tek yer sahillerdir. Ancak orası da doğallığını yitirmiş,
yüzlerce binlerce insanın yine birbirini görmeden, doğayı hissetmeden güneş
altında yattığı bir yer haline gelmiştir.
On birinci parça Microchip, tüm bu çılgınlığın müzikte ve görüntüde
sakinleştiği, kuşbakışı bir kent görüntüsüyle başlar. Bu kent görüntüsü
küçülerek devrelerden, bölümlerden oluşan bir mikroçipe dönüşür. Onlarca kez
küçültülen kuşbakışı kent görüntüsüne zıt olarak bilgisayar çipinin tekrarlanan
mikro detayları on binlerce kat büyütülmüştür. Microchip’te görünen bu tekrarl
yapı müzikle de paralellik taşıyor. Kent ve mikroçip benzetmesi 2 dakika
boyunca devam eder ve on ikinci parça Prophecies’e bağlanır.
Prophecies, filmin başından beri hız ve güçlü imgelerle sağlanan
yükselen gerilimin, çözülmeye başladığı, sonuca bağlandığı parçadır. 77.
dakikada patlayan roket görüntüsüyle (Roket, 1962’de fırlatılmaya çalışılan
Atlas-Centaur’dur. Başarısız oldu ve Florida Cape Canaveral üzerinde patladı.)
birlikte Koyaanisqatsi sözleri girer ve tekrarlanır.
Bu parçadaki Hopi Kehanetlerinin sözleri şöyledir:
Kazıp toprağı, çıkarırsak değerli şeyleri,
Davet ederiz felaketi.
Arınma Günü’ne yakın gökyüzünde
Örümcek ağları olur eğrilmiş ileri geri
Bir gün toprağı yakabilen
Ve okyanusları kaynatabilen
Küller savrulabilir gökten.
Şehir görüntüleri devam ederken Prophecies başlar. Burada artık bir
metnin sonuç bölümü gibi film boyunca sunulan senaryonun toparlandığını
görürüz. Yalnızlaşmış, yorgun, tedirgin insanlar, bireyleştiğini zannederken
aslında sürüleşmiş iş sahibi orta sınıf ve işçi sınıfı. Teknolojiyle bütünleşen
ve doğadan, köklerinden kopan veya sokakata başıboş duran/gezinen insancıkların
iç dünyasına ayna tutulur. Hasta ve çaresiz duruma düşenlerin, tutacak bir el
bulamayanların hallerini yansıtır kamera. Temmuz 1977’de New York’taki iki
günlük elektrik kesintisinin ardından yaşanan yağma ve yangınları bu bölümde
yer alır. “Medeniyet”in ortasında nasıl sefillik yaşanabileceğini düşündürür
bize. Kısacası Prophecies, “ileri” Batı’nın insan panoramasını, Hopi
Kehaneti’nin gerçekleşmesini gösterir. Müzikler de kehanet ruhuna ve filmin
sonuna uygundur. Her mısranın sonunda eksilmiş akorlar çözülür. En sonda yine
roketin kalkışı patlayışı ve mağara çizimlerine dönüşü görüyoruz. Yine bir
“ilerleme” ve yine bir “yıkılış”, geriye dönüş.
Bu en başa dönme, tüm filmde
anlatılanların yine ilk başta söylenenle son bulması filmin mesajıyla da
örtüşmektedir: doğadan geldik, doğaya dönmeliyiz. Doğayı yenebileceğimizi
düşünecek kadar kibirli olmamalıyız.