Murger Tomb

Murger Tomb
Henri Murger, Cimetiére de Montmartre, Eylül 2015

Wednesday, December 31, 2014

Philip Glass-Koyaanisqatsi


PHILIP GLASS - KOYAANISQATSI


Koyaanisqatsi, alışılmış filmlerin aksine öykü anlatmayan, sözsüz, Amerika’nın doğal ve kentsel manzaralarını yansıtan müzik, görüntü ve fikirlerin iç içe geçtiği, belgesel türüne sokulabilecek bir film. Müziklerini ABD’li minimalist besteci Philip Glass’ın yaptığı, yönetmenliğini Godfrey Reggio’nun ve görüntü yönetmenliğini Ron Fricke’nin yaptığı 1982 tarihli filmin adı, bir Amerikan yerli kabilesi olan Hopi dilinde “dengesini yitirmiş hayat” anlamına geliyor. Kelimenin diğer anlamları çılgın hayat, karışıklık içindeki yaşam, parçalanan hayat, başka türlü bir yaşama çağıran hayat durumu olarak sıralanabilir. 
Aslında Koyaanisqatsi’nin öykü anlatmadığını söyleyemeyiz. 21. yy.ın eşiğinde ABD’nin geldiği noktanın hikâyesini, alışılmamış bir dille, müzik ve görüntü bütünlüğü ve kurgusuyla anlatıyor. Film antik yerli Amerikan mağara çizimleriyle başlıyor, bu sırada “Koyaanisqatsi” isimli parça çalıyor. Salt doğa görüntüleriyle başlayan film 86 dakika içinde insanoğlu tarafından bozulan doğayı ve şehirleri göstererek devam ediyor. New Mexico çöllerinde birbirini kovalayan bulutlar, St. Louis’de başarısız olan bir konut projesinin dinamitlenmesi, arı sürüsü gibi insanların Grand Central Station’a girip çıkması, Los Angeles otobanlarında akan trafik, üretim bandındaki Chevy Camaro arabaları, Temmuz 1977’de New York’taki iki günlük elektrik kesintisinin ardından yaşanan yağma ve yangınlar (1.12), Sovyet tankları, birbirine karışan müzik ve hareketi izliyoruz. En sonunda yine mağara çizimleriyle bitiyor. 

Filmde fiziksel hareketin değişik türlerini karşılaştırmak için hızlandırılmış ve yavaşlatılmış görüntüler çok sık kullanılıyor. Örneğin, bulutların hareketi hızlandırılmış, dalgalar ise yavaşlatılmış şekilde veriliyor ve böylece bu doğa güçlerinin hareketlerindeki benzerliği görebiliyoruz.  Bu şekilde karşılaştırma film boyunca yapılıyor ve dünyayı farklı bir şekilde görmemizi sağlıyor. Bunun yanı sıra modern zamanlarda hareket algısının değişimini de sorgulatıyor. İlkçağlardan günümüze ve doğanın kendi ritminden kent yaşamının temposuna olan değişimi gösteriyor.   
Filmin bir plotu yok, böylece izleyicinin kendi kendine anlamlandırmasına daha çok olanak sağlıyor. Görüntü ve müziği değerlendirmek alımlayana düşüyor; biz ne istersek o oluyor. Ancak filmdeki temel fikrin insanoğlunun doğadan kopması olduğunu söyleyebiliriz. Artık doğayla bağımız yok denecek kadar az, teknolojinin içinde yaşıyoruz. 
Filmin adı da dâhil olmak üzere neden Hopi dili kullanıldığına dair farklı yanıtlar bulunabilir. Hopiler bir Amerikan yerli kabilesi ve kolonici İngiliz ve İspanyollar, yani bu filmde eleştirilen topluluklar tarafından yok edilme tehlikesiyle karşılaşmış bir topluluk. Bir diğer yanıt da bilinmeyen bir dil olduğu için herhangi bir çağrışım yapmaması olabilir. Koyaanisqatsi insanlar için duygusal bir yük taşımayan, önceden anlama sahip olmayan bir kelime. Seyirci istediğini çağrışımı yapabilir ondan.
Koyaanisqatsi, Qatsi üçlemesinin ilk filmidir. Müzik ve eğlence sektöründe hemen herkes az veya çok bu filmden etkilenmiştir. Yönetmenin bu filmin ardından çektiği diğer filmler Powaqqatsi (1988), Anima Mundi (1992), Naqoyqatsi (2002).
Philip Glass
Music In Similar Motion (1969), operaları Einstein on the Beach (1976), Satyagraha (1980) ve Akhnaten (1983) gibi önceki eserleriyle müzik dünyasında etkili bir isim olmuşsa da Koyaanisqatsi, 1983 tarihinde yayınlandığında Philip Glass’ın ilk büyük popüler başarısı olmuştu. Filmin müziklerinin ilk yayınlanışı kötü bir zamana denk gelmişti. Çünkü LP dönemi kapanıyor, kompakt diskler yeni yeni yaygınlaşıyordu. LP’nin bir yüzü 25 dakika kaydedebiliyordu. Bu nedenle 15 yıl sonra tekrar yayınlanana kadar müziklerin yarısı yalnızca filmle dinlenebiliyordu. Bu albümde toplam 45 dakikalık 6 parça yer alıyordu. 2009’da yayınlanan tamamlanmış film müzikleri ise 76 dakikalık 13 parçadan oluşuyor: Koyaanisqatsi, Organic, Clouds, Resource, Vessels, Pruitt Igoe, Pruitt Igoe Coda, Slo Mo People, The Grid – Introduction, The Grid, Microchip, Prophecies, Translations & Credits.

Koyaanisqatsi’nin iyi biçimlendirilmiş bir kompozisyonu vardır. Başlangıçtaki tarihsel olmayan girişi Vessels’teki huzurlu a kapella müzik takip eder. Daha sonra tedirgin ve karmaşık Pruit Igoe, sonunda yine girişteki kasvetli müziğe dönen Prophecies’le 65 dakika öncesine bağlanır. İlk parça olan Koyaanisqatsi’de bir org, kilise arpeji benzeri şekilde başlar. Ardından kasvetli bir vokal Koyaanisqatsi sözleriyle girer. Bu müzik tarihsiz bir müziktir (yani tarihin herhangi bir döneminde yazılmış olabilir), basit bir düzenleme, konsonant ve yalın armoniler kullanılmıştır. Açılışta da sonda da mağara çizimleri ve roket kalkışına eşlik eder bu müzik. 

 Yani insanlık tarihinin başlangıcını ve en son geldiği noktayı göstererek bir giriş yapar filme. İçinde bulunduğumuz dünyayı farklı bir gözle görmemiz gerektiğini söyler. Tüm bu tarihi yansıtan, aynı zamanda da hiçbir tarihi yansıtmayan bir müziktir.

İkinci parça olan Organic’te New Mexico çöllerini ve devasa kanyonları görürüz. Aynı çöller gibi uçsuz bucaksız, düz bir müziktir. Kanyonlardaki ve mağaralardaki çukur ve tepeler, arpejler, rüzgâr uğultuları ve uğultu benzeri uzayan vokallerle desteklenir. Bu müzikte de doğanın tüm insanlık tarihini kat be kat aşan yaşını, yüz binlerce yıllık geçmişini ve bu yüzden zamanın onlar için farklı, daha durağan aktığını hissedebiliriz. Aceleci değil sakin ve ağırbaşlı bir müziktir Organic.


Üçüncü parça Clouds, okyanus ve bulut görüntülerini tasvir eder. Hızlandırılmış bulutlar ve yavaşlatılmış dalgalar birbirine benzer, ritmik, görkemli hareketlere sahiptir. Müzikte de hep sabit devam eden ritm, üflemelilerin çaldığı görkemli melodi ve daha pes üflemelilerin yinelediği alt melodiyle görüntüler desteklenir.
 Dördüncü parça Resources’da doğal kaynaklarımızı görürüz. Ormanlar, tarlalar, göller, denizler, hem hızlandırılmış hem normal hızdaki görüntülerle verilir. Tarlalardaki bitkilerin renklerinin ritmik şekilde değişmesi gibi mutlu, neşeli, majör ve ritmik bir müziktir bu. Ancak buldozerlerin gelişiyle müzik daha karanlık ve minör tonlara geçer.
 Az önce gördüğümüz güzel doğanın insanlar tarafından nasıl değiştirildiğini ve yok edildiğini görürüz. Devamında, elektrik direkleriyle müzik şaşkın, korkmuş ve endişeli bir hale evrilir. Uçsuz bucaksız çöllerde veya güzelim göl kıyılarında kurulan beton fabrikalara, barajlara şaşırırız ve doğaya vereceği zarardan endişeleniriz. Hopi Kehanetleri’ndeki uyarı aklımıza gelir:  “Toprağı kazıp çıkarırsak değerli şeyleri, Davet ederiz felaketi.”  Müzik giderek bir felaket müziğine evrilir, heyecanlı şekilde devam eden ritmik arpej, üzerinde atılan her bombayla patlayan tahta üflemeliler ve bir anda gelen sessizlik.

Beşinci parça Vessels ile insan yapımı teknolojiyi görmeye başlarız. Hafif bir enstrüman eşliğiyle sözsüz çok sesli vokal bir müziktir Vessels. Damarlar, taşıyıcılar anlamına gelir ve trafiğin aktığı şerit görüntüleriyle tam bir benzerlik taşır. Bu andan itibaren vokal müzik hızlı bir arpejle desteklenerek sakin ve huşu dolu havasından çıkarak gündelik ve telaşlı bir havaya bürünür. Ardından tanklar, savaş uçakları ve füzelerle teknolojinin gelişiminin aslında savaş teknolojisini de ne kadar geliştirdiğini telaşla ve endişeyle izleriz. Her üst teknoloji savaş makinesinde müzik de spiral gibi döngüsünün bir üst basamağına tırmanır. Bu görüntülerden birinde gördüğümüz uçak gemisinde E=mc2 yazması da Vessels’in anlamını açık şekilde verir: İnsanlık bilim ve teknolojide ilerledi, atomu bile parçalayacak düzeye geldi ancak ilk iş olarak bu bilgisini savaşta kullandı. İlerleme yalandır; bu düzen kendi kendini yıkmaya yazgılıdır. Sonunda müzik de bir anda yok olur.

 Altıncı parça Pruitt Igoe hızlandırılmış bir New York görüntüsünün ardında belli belirsiz bir kent uğultusuyla başlar. Kente düşen bulut gölgeleri sanki şehrin üstünde kara bulutlar dolaştığını ima eder. Kamera kentte gezinirken hafifçe yaylılar tedirgin ve duygusal, minör tonlarda bir müziğe başlar. Filmin belki de en melodik müziğini burada duyarız. Yıkık dökük, harabe haline gelmiş konutlar metropolün diğer yüzünü gösterir: 
 evsiz kalmış, fakir siyahi insanlar. Pruitt-Igoe, 1970’lerde Missouri, St. Louis’deki başarısızlığa uğramış bir toplu konut projesidir, 33 binası yıkılır. Filmde yıkılan çeşitli binalar vardır. 
Yine teknolojinin, insan aklının neler yapabildiğini, ancak düşüncesizliğinden ötürü yarattığı bir yıkıma, israfa şahit oluruz. Kemanların melodisi yıkımı simgeler gibi inicidir, üflemeliler ise onunla zıtlık yaratacak şekilde yükselerek kıyamet notası gibi bir tepe notasına gelir. Yıkımların sonunda müzik de sakinleşir. Pruitt Igoe’nin Coda’sında bulutlar ve şehrin birlikte alındığı görüntüler, doğanın karşısında insanların gurur kaynağı gökdelenlerin ve metropollerin bile ne kadar küçük ve çaresiz olduğunu düşündürür.
Sekizinci parça SloMo People, yavaş ve ağır çekimlerde bu “çılgın dünya”nın insanlarını "Slow Motion"da anlatır. Kentte yaşayan, doğal haline kıyasla bambaşka bir hayat ve hareketlilikte yaşayan; metalaşmış, bireycileşmiş ama bir o kadar standartlaşmış insanlar.
Dokuzuncu parça The Grid Introduction, ismiyle aynı şekilde, ızgara gibi görünen bir binanın dış yüzeyiyle başlar. Binalar arasındaki yollar, kat kat gökdelenlerin ışıkları hep bu ızgarayı andırır. Birbirinden ayrılmış, yalıtılmış, hapsedilmiş insanlar ve parçalanan hayatımız. Müzik de görüntüler gibi yavaş başlayarak giderek hızlanır. Sanki müziği de hızlandırılmış şekilde dinleriz.
Mekanikleşmiş, standardize olmuş, sürekli aynı şeyin tekrarlandığı müziğe, The Grid parçasıyla birlikte vokaller de eklenir. En uzun ve en görkemli bölüm tüm nakaratı ve orkestrasıyla The Grid’dir. Ve filmdeki en kaotik ve vahşi bölümlere tekabül eder. Pirinç üflemelilerde oldukça basit bir girişin ardından, Glass’ın imzası haline gelmiş klavye ve tahta üflemeliler aniden girerek parlak, hızlı arpejli bölümlere başlar ve müzik evrilir. Parçanın kalanında bir derviş gibi heyecanlı ve yorucu şekilde, yüzlerce kere döner. Dinleyicinin ilgisini ayakta tutabilmek için her defasında çeşitlenir. The Grid’in çaldığı sahnelerde, müzikte olduğu gibi görüntüde de hep aynı şeyin yinelenişini görüyoruz. 

Üretim bantları, sosis, trafik, atari oyunları, market kasaları, “shopping mall”lar ve fast food kültürü vb. Bu bölümler bireyselliğin yok olduğu ve her şeyin standartlaştığı dünyayı yansıtıyor. İnsanlar birbirine dokunmadan birbirlerinin yanından geçip gidiyor. Yürüyen merdiven sahnesini izlerken sanki insanlar üretim bandındaki herhangi bir metaymış, hatta sosislermiş gibi bir izlenim oluşuyor. 


Hem tüketici insanın standartlaşmasına, hem de üretim bandında çalışan işçilerin makineleşmesine, metalaşmasına, insanlığının yok oluşuna sahne oluyoruz. İnsanın hükmettiği makineler ve metalar insana hükmetmeye başlıyor. Filmde gördüğümüz metropol insanlarının alışveriş merkezleri, gökdelenler, televizyon ekranı ve trafikten uzaklaşıp doğayla buluşabildiği tek yer sahillerdir. Ancak orası da doğallığını yitirmiş, yüzlerce binlerce insanın yine birbirini görmeden, doğayı hissetmeden güneş altında yattığı bir yer haline gelmiştir. 
On birinci parça Microchip, tüm bu çılgınlığın müzikte ve görüntüde sakinleştiği, kuşbakışı bir kent görüntüsüyle başlar. Bu kent görüntüsü küçülerek devrelerden, bölümlerden oluşan bir mikroçipe dönüşür. Onlarca kez küçültülen kuşbakışı kent görüntüsüne zıt olarak bilgisayar çipinin tekrarlanan mikro detayları on binlerce kat büyütülmüştür. Microchip’te görünen bu tekrarl yapı müzikle de paralellik taşıyor. Kent ve mikroçip benzetmesi 2 dakika boyunca devam eder ve on ikinci parça Prophecies’e bağlanır.  
Prophecies, filmin başından beri hız ve güçlü imgelerle sağlanan yükselen gerilimin, çözülmeye başladığı, sonuca bağlandığı parçadır. 77. dakikada patlayan roket görüntüsüyle (Roket, 1962’de fırlatılmaya çalışılan Atlas-Centaur’dur. Başarısız oldu ve Florida Cape Canaveral üzerinde patladı.) birlikte Koyaanisqatsi sözleri girer ve tekrarlanır.
Bu parçadaki Hopi Kehanetlerinin sözleri şöyledir:
Kazıp toprağı, çıkarırsak değerli şeyleri,
Davet ederiz felaketi.
Arınma Günü’ne yakın gökyüzünde
Örümcek ağları olur eğrilmiş ileri geri
Bir gün toprağı yakabilen
Ve okyanusları kaynatabilen
Küller savrulabilir gökten.




Şehir görüntüleri devam ederken Prophecies başlar. Burada artık bir metnin sonuç bölümü gibi film boyunca sunulan senaryonun toparlandığını görürüz. Yalnızlaşmış, yorgun, tedirgin insanlar, bireyleştiğini zannederken aslında sürüleşmiş iş sahibi orta sınıf ve işçi sınıfı. Teknolojiyle bütünleşen ve doğadan, köklerinden kopan veya sokakata başıboş duran/gezinen insancıkların iç dünyasına ayna tutulur. Hasta ve çaresiz duruma düşenlerin, tutacak bir el bulamayanların hallerini yansıtır kamera. Temmuz 1977’de New York’taki iki günlük elektrik kesintisinin ardından yaşanan yağma ve yangınları bu bölümde yer alır. “Medeniyet”in ortasında nasıl sefillik yaşanabileceğini düşündürür bize. Kısacası Prophecies, “ileri” Batı’nın insan panoramasını, Hopi Kehaneti’nin gerçekleşmesini gösterir. Müzikler de kehanet ruhuna ve filmin sonuna uygundur. Her mısranın sonunda eksilmiş akorlar çözülür. En sonda yine roketin kalkışı patlayışı ve mağara çizimlerine dönüşü görüyoruz. Yine bir “ilerleme” ve yine bir “yıkılış”, geriye dönüş. 
Bu en başa dönme, tüm filmde anlatılanların yine ilk başta söylenenle son bulması filmin mesajıyla da örtüşmektedir: doğadan geldik, doğaya dönmeliyiz. Doğayı yenebileceğimizi düşünecek kadar kibirli olmamalıyız.

No comments:

Post a Comment