Tristan und Isolde’de Kurtuluşu[1] Yeniden Değerlendirirken:
Schopenhauer, Wagner, Nietzche
Wagner’in ‘Tristan und
Isolde’siyle ilgili bu makale, Wagner’in malzemesini biçimsel, mantıksal,
müzikal ve ideolojik olarak tersyüz etme ve hatta yıkma eğilimi olduğu görüşünü
bundan önceki üç makaleyle paylaşıyor. Oysa ki, görünür bir karşıtlıkla,
Wagner’in aşk ve ölümü can alıcı bir şekilde birleştirerek somutlaştırmaya çalıştığı
kurtuluş (redemption) fikri bakımından Tristan’ın son
bölümü bir tamamlanma ve çözülme örneğidir. Benim amacım, operanın kapanış tablosundaki Isolde’nin
Verklarung’una (ya da ‘transfiguration’ (Bailey, 41-43) – başkalaşım[2])
yakından bakarak bu açıkça görünen tematik ve
biçimsel uyuşmazlığa (herhangi belirli bir üretim yerine Wagner’in aşikar
niyetleri temelinde) işaret etmektir. Bu final sahnesinde ölümün ve onun
kurtarıcı potansiyelinin temsilinin estetik ve müzikal sorusu, Wagner’in bu ‘ön
modern’ çalışmasının ayaklarını oluşturan kendine özgü felsefi varsayımlarıyla
olan ilişkisinden ayrı düşünülemez. Kapanış sahnesinin bu okuması, İncil’in
Bölümleri’ndeki[3]
anahtar anlardan biri olan İsa’nın ‘başkalaşım’ mucizesinden[4] beslendiği ölçüde (Trites, 13) bir ironiye dönüşmektedir.
Tristan und Isolde by Rogelio de Egusquiza,1915 |
Isolde’nin başkalaşımı, Friedrich Nietzche’nin Wagner’e, Wagner’in Arthur
Schopenhauer’a duyduğu saygıyı (Wagner’e adadığı ilk kitabı Trajedinin Doğuşu
(1872) buna örnektir) değerlendirmek için bir odak sağlıyor. Bryan Magee’ye
göre, Wagner’in Schopenhauer’un epistemolojisine (bilgi felsefesi, çev.) olan
ilgisi özellikle ontoloji (varlık felsefesi, çev.), etik ve estetiğine olandan
daha azdı. Wagner’in ilgisini çeken kavramlar: görünmeyen [noumenal[5]]
ve görünen [phenomenal[6]] arasındaki fark, görünen dünyanın kendi başına hiç olduğu
anlamında bunun gibi kavramlar, bunun içinde hayal kırıklığı, ızdırap ve ölümün
önlenemezliği, metafizik iradenin nihai gerçekliği, herşeyin kendinde şey kimliği, birey olmanın trajedisi
ve herşeyi kucaklayan birliğe dönme arzusu, görünen dünyanın geçersizliğinden kurtuluş olarak ölüm ve böylece bireysel
bilinçliliğin gelebileceği en uç nokta olarak iradenin reddi; tüm ahlakın
temeli olarak acıma ve merhamet, sanatların ve cinselliğin –bu görünen
dünyadaki hayatımızın herşeyinin üstündeki- görünmeyen/sezgisel
önemi (noumenal significance) ve metafizik iradenin
doğrudan ifadesi olarak müziğin tüm
sanatlar arasındaki biricik konumu. (Magee, 338)
Nietzsche by Edvard Munch, 1906 |
1876’dan itibaren Nietzche,
Schopenhauer ve Wagner’den koptu ve daha geç eserlerinin radikal anti-metafizikçi
düşünürüne dönüşmeye başladı (Magee, 189-225).[7]
Yine de, en son ve en tuhaf kitabı Ecce Homo’da (1888) da belirttiği gibi,
özellikle Wagner’deki Schopenhauer’u reddeden Nietzche, Tristan’dan asla
vazgeçememişti: ‘bu güne dek hala onun tehlikeli büyüleyiciliğine ve tüyler
ürperticiliğine ve Tristan’ın tatlı sonsuzluğuna – ve tüm sanatlara kibirli
bakışına - denk bir eser arıyorum. Bu çalışma kesin olarak Wagner’in geldiği en
son sınır’ (250).
Jill Scott’ın opera
boyunca karşımıza çıkan gece ve gündüz tasviri ritminin yorumu (önceki
makalelere bakılabilir) açıkça, bireysel bilinçli insan varoluşunun temeli
olarak fani yaşamın olumsuz bir değerlendirmesini içermektedir. 1855’te Wagner’e
göre, ‘kişisel ve bireysel olan haricinde başka bir bilinçlilik yoktur’ (187.
mektup). Schopenhauer’cu terimlerle, insan yaşamının ‘trajedisi’,
gerçekten objektif olan görünmeyene (Kant’ın
terminolojisinde öznel insan deneyiminin ötesinde aşkın alem) değil; görünen
dünyanın birey olma somutluğuna tabi olmamızdır. Kendimizle görünmeyen arasında,
Schopenhauer’un ‘temsilen’ dediği dünyanın (ya da Vorstellung (Margee, 109)),
‘salt görüntü’nün görünen dünyasının engeli durmaktadır. ‘Temsilen’in bu özel
kullanımının estetik temsil anlamına mı ‘sunum’ (figürasyon, sahneleme, vs.)
anlamına mı geldiği içerikte karışıklık
yaratabilir. Burada ‘sunum’, Kantçı Darstellung (tasvir, tanımlama, çev.) açısından,
Aristocu mimesis’in (taklit) bir çevirisi olarak kullanılmıştır.
Schopenhauer’cu ‘yaşamak için iradenin
reddi’ fikri ölümü, kalıcı olarak görünmeyen birliğe ‘dönmenin’ aracı olarak yüceltmektedir.
Genelde Schopenhauer, Tristan’ı yaptığı dönemdeki Wagner ve 1876’dan önceki
Nietzsche için ölüm, hayattan serbest kalmak ya da kurtuluş [Erlosung] anlamına
gelir; bu nedenle olumlu değerlendirilir. Nietzsche’nin erken dönemi, hayata
olumsuz bir değer atfetmesi, bu yüzden daha ‘karamsar’ olması açısından
Wagner’den daha iyi bir Schopenhauer’cudur. Her ne kadar Ahlakın Soykütüğü Üzerine’de Nietzsche, Schopenhauer’un ‘bunu
ne kadar arzulasa da’, kişi ve sistem arasındaki farklılıkları vurgulayarak bunu
söylemek için yeterli zamanı ve kaynağı olmasına rağmen
karamsar olmadığını belirtmişse de (3.7; 106), Magee Tristan’ın tamamını
‘Schopenhauer’un varoluşun kalıtsal olarak özlemlerin, isteklerin ve çabaların
tatmin edilemediği bir ağ olduğu ve bundan tek kalıcı özgürleşmenin yaşamayı
durdurarak sağlanabileceği öğretisinin müzikal eşdeğeri’ olarak görüyor (356). Bu
okumada Tristan, Schopenhauer’un fikirleri için bir çeşit benzetme [alegori]
haline geliyor. Ama Tristan’daki Wagner’in yaklaşımı tuhaf bir şekilde iddialı
olmasını –temalaştıracak derecede ölüm takıntısına rağmen- büyük oranda, birbirini
sarmalayan Liebeserlosung ve Liebestod temalarındaki estetik ve erotik birleşmeye
ve operanın sonucunda Isolde’de somutlaşan aşk ve ölüm-olarak-aşk yoluyla
kurtuluşa borçlu.
Schopenhauer hala yirmili
yaşlarında en büyük eseri İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’yı[8]
(1818) yazmışken, kariyerinin geri kalanını bu tartışma için en göze çarpan
özelliği önceden de belirttiğimiz iradenin reddi ya da inkarı felsefesini
destekleyerek ve yükselterek geçirdi (Magee, 338). Wagner, Tristan’ın 1865’teki
prömiyerinden tam on yıl önce, 1854’te bu fikrin kendi çalışması için önemini
farketti. Schopenhauer’u ilk kez okuduktan sonra Franz Lizst’e yazdığı bir
mektubunda Schopenhauer’un ‘temel fikri, yaşamak için iradenin nihai reddi’
hali hazırda tanıdık olmasına rağmen,[9]
bu ‘korkunç bir ciddilikte ve eşsiz bir şekilde kurtarıcı [‘erlosend’].’ diye
itiraf etmiştir. Mektubun geri kalanı şu Kantçı metafora kişilik kazandırırken,
tematik olarak Tristan’ı önceler: ‘Kalbimde boğuştuğum fırtınaları ve –kendi
daha iyi olan kararıma karşın- hayatta biraz umuda tutunmak için çırpınma
gayretlerimi tekrar düşündüğümde, gerçekten, şimdi o fırtınalar sık sık en
şiddetli fırtınanın hiddetine dek arttı,-, sonunda gece uyumama yardım edecek
bir yatıştırıcı buldum; samimi ve yürekten ölüm hasreti: tam bilinçsizlik,
tamamen yok olma, tüm rüyaların sonu – yegane nihai kurtuluş [‘Erlosung’]’ (177.
mektup).
İstenç ve Tasarım Olarak
Dünya’nın birinci bölümünde Schopenhauer, özünde, yaşamak için iradenin
reddinde nelerin üstesinden gelinmesi gerektiğini anlatan principium
individuationis’i (bireyleşme ilkesi,
çev) örneklemek için, Kantçı, fırtınada gemisi harap olan denizci benzetmesini
ödünç alır. ‘Bireyleşme ilkesi’, acı çeken bireysel bilinçlilik ve görünmeyen
herşeyi kucaklayan birlik arasındaki görünümler
örtüsüdür[10].
Nietzsche Trajedinin Doğuşu’nda, Schopenhauer’dan şu ilgili pasajı alıntılıyor:
‘Uçsuz bucaksız, uğuldayan bir denizde dağlar yükselir sudan, sonra batar, bir
kişi oturur kayıkta, yükselip alçalan güvenle bağlanan bu kara yolculuğa. İşte
böyle durur acılar evreninin ortasında sessiz kişi de, güvenmiş, dayanmış birey
olmanın ilkesine.’[11]
Fakat güvenlik hissi yanıltıcıdır. Schopenhauer için (metaforun tüm dramatik
potansiyelini kullanmak adına), yaşamak için iradenin reddi botun gövdesinin
yarılmasını ve bedenin ‘boğulması’nın bireysel iradenin çözülmesi anlamına
geldiği bir metafor olarak denizcinin boğulmasını emreder.
Schopenhauer’un sofu (ascetic - dünya zevklerinden kendini çekmiş) yaşam görüşünde, cinsel
aşk bireyleşme ilkesini ve böylelikle yaşamı doğrular. Wagner için, ‘aşk’
cinsel aşkı kucaklar ve muhtemelen Tristan’ın Schopenhauer’dan ayrıldığı en
önemli nokta budur (Magee, 216-18). Görünüşe göre hiç göndermediği bir
mektubunda Wagner Schopenhauer’a, cinselliğin görünmeyene geçişte bir
engel değil, bir erişim aracı yerine geçebileceğini açıklamıştı; cinsellik bireyleşmeyi
desteklemekten çok, onun üstesinden gelmenin bir yoluydu. Liebestod, Wagner’in
ölüm [Tod] ve cinsel aşkın [Liebe] birleştiği özel durumlarla ilgili bir
kavramını ifade eder. Ne yazık ki, Liebestod asıl olarak diğerlerinin
gösterdiği gibi operanın sonuna değil, Tristan ve Isolde’nin gerçekten
sevişmeyeceklerse de en azından hayatta ve aynı anda sahnede oldukları ikinci
perdenin sonundaki düete referans verir (Bailey, 41). Ancak, en finaldeki
başkalaşımla, radikal bir şekilde yer değiştirilmiş biçimle sadece ölüm değil,
cinsellik de sunulmuştur.
Portrait of Wagner by Pierre Auguste Renoir, 1882 |
Wagner 1854’te Lizst’e
yazdığı mektubunda, ölümün ‘kurtarıcılığında’ (salvation) rüyalardan
‘özgürleşmek’ (freedom) için bir özlem duyduğunu; bunu da üçüncü perdenin
başında Tristan’ın ölümün rüya-görüntüsünde kısa süreli huzur bulduğu yerde
ifade ettiğini yazmıştır. Tristan rüyadan uyanmaya ‘tahrik edilmiştir’, çobanın
melankolik melodisi ‘Die Alte Weise’ ile hafızası ve bilinci geri gelmiştir.
Tristan böylesi bir rüyayı daha önce de görmüştü; ikinci perdede Isolde’yi
anlattığında: “Ölümün kapılarından/içime aktığında,/iyice açık/benim için açtı
kilidi/başka zamanlar beni uyandıran rüya,/gecenin sihirli alemi” (Wagner, 81). Ölümün bir provası olarak üçüncü perdedeki
rüya o kadar gerçeğe benziyor ki hatırlamıyor bile. Böylece, Tristan bunu ancak
olumsuz bir şekilde tanımlayabiliyor: onun ‘son kalan hatırası’ bir ‘özlem
anısı/…/ışığa geri iten/günün’ öyle ki ‘hala senin üzerinde parlayan/altınımsı,
parlak, yanıltıcı/ışığa bakmaya iten,/Isolde’ (Wagner, 109). Tristan’ın ‘yolculuğunun’
hikayesi, Wagner’in bireyleşmemiş bilinçaltının Dionisosçu doğrusunun temsiline
çok yaklaşmıştır. Ancak bu yine de bir temsil olarak kalır [Darstellung]. Wagner
burada temsil edilemeyeni temsil etme paradoksuyla boğuşur. Bilinçsiz aklın
Dionisosçu ‘doğrusuna’ aracısız bir erişimden çok uzakta, ayrımsanamayan/farklılaşmamış
görünmeyenle doğrudan iletişim halinde. Hatta ölüm rüyasının bile olumlu bir
içeriği vardır, bir rüya olmak.
Tristan, Orfeo’nun tam
tersi, ‘Isolde’yi almak için canlılar dünyasına geri dönüyor ve onu ölümün başkalaşmış
durumuna getiriyor’ (Hutcheon and Hutcheon). Elbette,
opera boyunca Tristan’ın bitmeyen ölüm arzusunu düşününce, onun için dönerek
büyük bir fedakarlık yapıyor. Ve gerçekten ölerek ona (ve böylece seyirciye)
ölümün estetik bir fenomen olarak dünyevi güzelliğini gösteriyor. Tristan, baş
kahraman olmasının getirdiği ölüm sonrası geleceğe yönelimine rağmen, şu
nostaljik matemin anahtarıdır: ‘doğmadan önceki dünyaya’ dönüş; birliği,
böylece ‘özgürlüğü’ ve varolmamanın ayrımsanamayan/farklılaşmamış
‘mutluluğunu’ yeniden kazanma özlemi. Bir kere geçmiş
ve gelecek nihai olarak aynı görüldüğünde –tam olarak böyle düşünmenin
sağladığı gibi- matem ve özlem de aynılaşır; böylece Tristan üçüncü perdede
Isolde için ‘yas’ tutar çünkü hala yaşamaktadır. Wagner ölümü, aşkın en yüce
noktası, operanın sonundaki sözlerle ‘en yüce saadet’ olarak değerlendirir
[‘Hochste Lust’]. Tristan ve Isolde ölümü birlikte bulmakta başarılı olur. Ama
bu güzelliğini yaşamla benzerliğinden alan bir ölümdür; Nietzsche’nin
Trajedinin Doğuşu’nda söylediği gibi yaşamın estetik ‘gerekçe’sidir.
Portrait of Arthur Schopenhauer by Ludwig Sigismund Ruhl, 1815 |
Schopenhauer’a göre,
Nietzsche’nin 1887 tarihli Güç İstenci (Will to Power) kitabında belirttiği
gibi, kurtuluş ve olumsuzlama birbirinin yerine kullanılabilirdir (52). Bu,
(Wagner’in kelimeleriyle) ‘insan için tek olası kurtuluş’ olarak yaşama
istencinin reddi veya olumsuzlamasının üstünlüğüdür (177. mektup). Bu
Nietzsche’nin neden böylesi bir vazgeçme (renunciation) eyleminin önemini iddia
ettiğini açıklayabilir: çünkü vazgeçme olmazsa yalnızca olumsuzlanmayan ama
doğrulanan ve ölümde sonlanan yaşama istenci olurdu. Ancak bireysel arınma veya
kurtuluştan yoksun, geleneksel anlamda olumlu bir metafizik değer atfedilmeyen
bir ölüm. Bir başka deyişle, Hristiyan veya edebiyat örneklerinde (Dante’nin
Beatrice’si, Faust’un Gretchen’i, Novalis’in Sophie’si) olduğu gibi yüksek bir
gücün veya kendini feda eden bir kurtarıcının müdahalesi olmayan bir kurtuluş
olur. Tristan’ın durumunda, kurtuluş-olarak-hayatın-olumsuzlanması en sonunda
oradadır, ama ‘kurtarıcı’nın (‘mesih’in) rolü ne olacaktır? Kurtuluşun ‘aracı’ kimdir veya nedir? Bir
ölçüde bu Schopenahuer’cu yeniden değerlendirmeye bağlıdır. Tristan’da kurtuluş,
aşkınkurtarıcının (mesihin) varlığına duyulan inanç yokluğuyla görünür. Ancak
bu, kişisel kurtuluşla mesihin kendini feda ettiği kurtarıcılık arasındaki
nedensel ilişkiye olan ‘inancın’ yokluğu değildir. ‘Mesih’ burada diğer kişi, yani
sevgili anlamındadır.
Edebi olarak kalıplaşmış
cinsiyet yargıları (gender-typing), Dante’nin Beatrice’siyle ortaya konan ve
Goethe’nin Gretchen’iyle değişime uğratılan modele göre Tristan’daki ‘mesih’in
Isolde olduğunu gösteriyor. Ölmeden hemen önceki haykırışında söyledikleri,
Tristan’ın görüşünün de bu olduğunu gösteriyor (seçtiği terimlerin kalıplaşmış
yargılarla ters düşmesine rağmen): ‘Bir kahraman gibi geliyor,/kurtuluşum gibi
geliyor’ (Wagner, 127). Wagner, karşılıklı bir kurtuluş icad ederek modeli
değişime uğratıyor.
Eş zamanlı, ancak farklı
olarak, her biri diğerinin ‘mesihi’ gibi hareket ediyor. Tristan Isolde’ye
diğer dünyaya giderken ‘rehber’lik ediyor. Isolde de Tristan’ı yaşamdan
‘kurtarmış’ olarak, kendi rızasıyla onu takip ediyor.
Isolde’nin doruğa
ulaşan başkalaşım mucizesi, Wagner’in geleneksel ‘kurtuluş’la Schopenhauer’cu
‘yaşamak için iradenin reddi’ fikrinin kesişmesinin ürünüdür: ölüm, yaşarken
söndürülemeyen bir aşkın tamamına erebileceği tek gayedir. Aşk, ölümde ve ölüm
yoluyla ‘gerekçelenir’. Ancak buradaki ölüm bir dereceye kadardır, çünkü o
sanat yoluyla temsil edilir ya da ‘gerekçelenir’.[12]
Isolde de sadece o görebildiği için Tristan’ın örneğini takip eder. Tristan’ın
‘başkalaşımı’nı yalnızca o görebilmektedir. Ancak Isolde’nin başkalaşımı
sahnede, herkesin gözlerinin önünde gerçekleşir. Ve Wagner’in dedikleri
doğrultusunda, onunki tamamen duyusal, somutlaşmış bir başkalaşımdır. ‘Boğulma’
ya da ‘yok olma’dan çok (Erlosung’un ikincil anlamları), kendinden geçmiş bir
esriklik halidir. Tüm bu ‘yok olanlar’
onun söz dizimi (syntax) ve bir anlamda Tristan akoruyla ‘çözülen’
müziktir. Bu final sahnesinin genel modeli İsa’nın başkalaşımıdır. İnsan ve
ilahi olanın birleştiği anda görünüşünün yada hatta olayın muhteşem doğasının
vurgulandığı –İsa’nın dıştan görünen biçimi, içinde derinden yaşanan dönüşümü
ortaya koyuyordu- ‘cennete dair parlak güzelliğiyle’ göründüğü andır.[13]
Tarihsel ve epistemolojik olarak Wagner’in dünya görüşüne uzak olmasına rağmen,
biçimsel ve özellikle görsel anlamda kendinden geçmiş Isolde, Rönesans’taki
İsa’nın başkalaşımı görüşüne çok yakındır.[14]
principium individuationis’in (bireyleşme ilkesi) tanrılaştırılmış
biçimi olarak yeniden karşımıza çıkar. Bu principium
individuationis’te çözümü [‘Erlosung’] görünüşe bağlı olan temel Bir’in
sonsuz, ulaşılmış ereği gerçekleşir: Apollon, bize, yüce davranışlarla bütün
acı evreninin neden gerekli olduğunu gösterir, birey bu acı yüzünden kurtarıcı
düşünceyi yaratmaya itilir. Bu birey, denizin ortasında çalkalanan kayığında
oturmuş, sessiz sessiz, kendini gözlemlemeye kaptırmış gider.’[15]
[16]
Isolde bedeniyle, Meryem veya İsa gibi, figürasyonun odağındadır. Bu durum,
-Nietzsche’nin Wagner’ine göre varoluşun temeli olan- müziğin Dionisosçu
temeline karşıdır.[17]
Somutlaşma, tam da aşılması gereken bireyselliği sağlar. Buna rağmen hem
Nietzsche hem Wagner, figürasyondaki rolü nedeniyle beden kullanımını sürdürür.
Bu tamamen gerekli biçimsel sınırları aşan şey müziktir.
Assumption of the Virgin by Titian, 1518 |
Transfiguration by Raphael, 1520 |
Tristan’ın üçüncü perdesinin sonunda
Wagner, erotisizm uğruna sofuluktan vazgeçiyor. Sofuluğun reddi cinsellik
gayesinin ötesinde, tamamen ölümün güzelliğinde vücut bulan, estetize edilmiş bir erotisizmi doğurur. Kendinden geçmiş Isolde’nin
sunduğu mucize, Tristan’ın cansız bedenini kucaklaması, aradıkları birleşmenin
hiçbir zaman ikinci perdenin sonundaki birbirlerinin ağzında isimlerinin
karıştığı düetten daha yakın olmadığının bilgisiyle mücadele eder: 'Tristan du,
/ ich Isolde, / nicht mehr Tristan! / Du Isolde, / Tristan ich, / nicht
mehr Isolde!' (Wagner, 90-93). Düet, tüm isimlerin, tüm farklılıkların
olumsuzlanmasını yaklaşık olarak önceler: ölüm yoluyla, şarkıda söyledikleri
mutlak aşka ('Hochste Liebeslust').
Başkalaşım, Wagner’in aşikar niyetleri
temelinde en iyi ihtimalle paradoksal, en kötü ihtimalle ‘başarısızlık’ olarak
görünür: bireysel öznenin ‘yokoluşu’nun kendinden geçmiş durumunun en olumlu
sunumu. Bu sonuç en iyi, sondaki müzikal çözülüşle karşılanır: ‘yokoluş’ (dissolution)
anlamında ‘çözülüş’ (resolution) (Almanca ‘erlosen’ fiili iki anlama da gelir).
Erika Reiman’ın söylediği gibi (önceki makalelerde), Wagner disonansı, müzikal
bir ‘Erlosung’ yaratacak biçimde yeni bir konsonans yada eş tınlama yapar.
Tristan’ın ‘akoru Isolde ile birlikte başkalaşmış olur.’ Arzunun gayesinin yer
değiştirilmiş tasvirinin ölüm yerine kullanıldığı yerde Wagner, ölümün temsili
sorununu Isolde’nin aşkınlaşmış coşku durumunu göstererek aşar. Görünen
varlığın yokoluşunu anlatmada ölümün temsili çok yetersizken müzik, teatral
temsilin [Darstellung] yardımına gelir. Figürasyonun sınırlarını genişletir,
hatta ‘başkalaştırır’. Müzik, sanatla başlayan kurtuluşu gerçekleştirir.
Ölüm ve arzunun gayesi Isolde
figüründe birleşir. Görünen tek ‘başarısızlığı’ ölmek ve Tristan’la birleşmek
olan Isolde, aslında müzik tarafından kurtarılır. Schopenhauer ve Wagner’i
reddettikten sonra bile Nietzsche Tristan’ı el üstünde tutmuş; bestecisini ‘en
son sınır’ olarak görmeye devam etmiştir. Belki de nedeni, Wagner’in kendini
Schopenhauer’dan özgürleştirmeyi başarabildiği üçüncü perdenin sonunda ima
edilen cinsel ahlakın yeniden değerlendirilmesidir – yeniden
değerlendirme olarak başkalaşım. Sadece hayatın değil, ölümün de –ve ölümün bir
parçası olarak aşkın- estetik ve müzikal ‘gerekçelendirmesi’dir. Böylece
sonunda, aşk bile estetikte aşkınlaşır (transcended). ‘Tutku’ olarak, erotik ya
da ruhani, ‘başkalaşmıştır’. ‘O harikulade aleme’, ölüme dek bir edilgenlik
–mutlak edilgenlik. Wagner’in kelimeleriyle, ‘ne zaman ona girmek istesek,
zorla, en uzağında başıboş dolaşırız‘ (Bailey,
48).
KAYNAKÇA
Bailey, Robert. Richard Wagner: 'Prelude' and 'Transfiguration'
from 'Tristan and Isolde.' New York and London:
W.W. Norton 1985
Hutcheon, Linda, and Michael Hutcheon. 'More than "half in
love with easeful death": Eros and Thanatos in
Wagner's Tristan und Isolde'. Forthcoming
Magee, Bryan. The Philosophy of Schopenhauer. Oxford: Clarendon
1983
Nietzsche, Friedrich. The Birth of Tragedy and the Case of Wagner.
Trans Walter Kaufmann. New York:
Vintage 1967
- Die Geburt der Tragodie, Samtliche Werke in Zwolf Banden. Vol 1.
Stuttgart: Alfred Kroner 1964
- On the Genealogy of Morals and Ecce Homo. Trans Walter Kaufmann.
New York: Vintage 1969
- Nietzsche contra Wagner. Trans Walter Kaufmann. The Portable
Nietzsche. New York: Penguin 1976
- The Will to Power. Trans Walter Kaufmann and R.J. Hollingdale.
New York: Vintage 1968
Schopenhauer, Arthur. Samtliche Werke: Die Welt als Wille und
Vorstellung. Vol 1. Wiesbaden: Brodhaus 1961
- The World as Will and Idea. Trans R.B. Haldane and John Kemp.
London: Kegan Paul 1896
Trites, Allison A. The Transfiguration of Christ: A Hinge of Holy
History. Hantsport, NS: Lancelot 1994
Wagner, Richard. Selected Letters of Richard Wagner. Trans and ed
Stewart Spencer and Barry Millington.
London and Melbourne: J.M. Dent 1987
- Tristan und Isolde. Trans and intro
William Mann. Essex: Friends of Covent Garden 1968
Orijinal Adı: Redemption revalued in Tristan und Isolde: Schopenhauer, Wagner, Nietzsche
Yazar adı: Kilbourn, R J A.
Yayın bilgileri: University of Toronto Quarterly 67. 4 (Fall 1998): 781-788.njkç
Türkçe’ye çeviren: Ceren Tosunbhjv
Özet:
Kilbourn, Friedrich Nietzche’nin Wagner’e, Wagner’in Arthur Schopenhauer’a duyduğu saygıyı değerlendirerek, “Tristan und Isolde”nin son bölümündeki tematik ve biçimsel ayrışmayı ele alıyor.
[1] Redemption: günahtan ve şeytandan arınma, kurtuluş.
Yahudilikte sürgün ve kölelikten kurtuluş; Hristiyanlıkta Tanrı’nın İsa’nın
bedeninde vücut bulması ve tüm Hristiyanların günahları için ölmesiyle
sağladığı kurtuluş. Çev.
"Redemption" ve "Transfiguration" kelimelerini "göğe yükselme" olarak da düşünebiliriz.
[2] Bu kelimenin içerdiği tüm anlamlar Türkçe’de tek bir
kelimeyle ifade edilemiyor. Aydınlanma, ruhsal olarak Tanrı’yla
birleşme, bir olma, parlama, görünüm değiştirme ve aşkınlaşma gibi anlamları olsa da burada ‘başkalaşım’
kullanılacaktır, çev.
[3] Synoptic Gospels: Hazret-i İsa’nın hayatına dair genel
bilgi sunan Yeni Ahit’in Üç Kitabı (Aziz Matta, Aziz Markos, Aziz Lukas, çev.
[4] İncil’in Üç Kitabı’nda anlatılana göre İsa’nın bedeni,
Tanrı’yla bütünleşmesinin simgesi olarak parlamış, aydınlanmıştı, çev.
[5] Noumenon: (Kant’ın felsefesinde) görünür özellikler
sayesinde duyularla bilinen şeyden farklı olarak kendinde şey; sezilen.
öznel insan deneyiminin ötesinde aşkın alem, çev.
[6] Phenomenal: Duyularla ya da anında
deneyimle elde edilen, çev.
[7]
Güç İstenci’nde (The Will to Power) (kısım 1005) Nietzsche, hala
ona ‘bağlı’ olmakla birlikte 1876’da Wagner’den uzaklaşmaya başladığını
anlatır. Aynı zamanda Schopenhauer’un tam karşıtı yönde gitmesini söyleyen
içgüdülerine ‘sıkı sıkıya tutunmuştur: en berbat, belirsiz ve yalancı olsa bile
hayatın gerekçelendirilmesine doğru (520-21). Nietzsche –estetik sofuluğa yenik düştüğü- Tristan’dan
sonra toparlanma (kendini yeniden yaratma) sürecinde, Wagner’in çalışmalarının
bir daha aynı zirve noktasına ulaşamadığını görmüştür.
[8] Orijinal ismi: Die Welts als
Wille und Vorstellung, İngilizce çevirisi: The World as Will and
Representation, Türkçe’ye İrade ve Sunum Olarak Dünya diye de çevrilebilir,
çev.
[9]
Benzer şekilde Freud da Schopenhauer’u okuduğunda, ‘bağımsız
olarak’ ulaştığı fikirlerin doğrulamasını görmüştür. (Hutcheon and Hutcheon).
[10] Görünümler örtüsü, Veil of
appearance: duyularla elde edilen verinin deneyimin direkt nesneleri haline
geldiği algılama modellerini aşağılamak için kullanılan bir terim. Bu açıdan,
görsel duyuyla elde ettiğimiz veri bizimle dünya arasına girmiş ince, renkli
bir film haline gelir. Burada kuşkucu bir sorun ortaya çıkıyor: eğer
duyularımız yalnızca şeylerin nasıl göründüğüyle ilgili bilgi veriyorsa,
şeylerin gerçekten nasıl olduğu konusunda onları kullanmayı nasıl umabiliriz? Görünümler
gerçekliğin doğasını anlama çabalarımızda engelleyici olma tehlikesini taşır.
Çev.
[11] Bu çevirinin alıntılandığı yer: Trajedinin Doğuşu, Say
Yayınları, İstanbul, 2003, 6. Baskı, s. 20, Almanca aslından çeviren: İsmail
Zeki Eyuboğlu
[12]
'Tristan: “Sen Tristan, / Ben Isolde, / artık Tristan değil…” diyor ve Isolde
nazikçe yanıtlıyor’ (Hutcheon and Hutcheon). Bu anlamda Wagner Gottfried von
StaBburg’un (Gottfried von StaBburg, 12. yy.da Tristan ve Isolde efsanesini
kaleme almıştır) verimli çifte çaprazlamasını (double chiasms) geride
bırakamamıştır: ‘bir adam bir kadın, bir kadın bir adam/Tristan Isolde, Isolde
Tristan,’. Her satır, merkezi üzerinden geriye döndükçe hem cümle diziminin
doğrusallığı hem de kelime dizimi hiyerarşisi bozulmuştur.
[13]
F.C. Grant’ın açıklamasına göre Matta ve Markos İncillerinde
başkalaşım, ‘bir Christophany (İsa’nın
çarmıha gerildikten sonra havarilerine görünmesi), gerçek doğasında olduğu gibi
Tanrının Oğlu’nun görünmesidir. Son gününde görüleceği gibi ve şimdi “Gücün
doğru/sağ elinde” göründüğü gibi (yazar Trites’ten alıntılanmıştır, 34).
Başkalaşımın görsel gücünü vurgulayan yorumlar ‘İsa’yı Tanrı’nın sevgili Oğlu
olarak öven ilahi sesler’in kattığı işitsel boyutla artmış; güçlenmiştir (Trites,
35). Werner Kelber’e göre, başkalaşımın duyusal etkisi azaltılmaz şekilde ikiye
katlanmıştır. Belirli diğer özellikleriyle birlikte bu, onun merkeziliğine
katkı yapar: ‘İsa’nın bu başkalaşımı birçok yönden … tüm İncil’in ana
sahnesidir. Yapısal olarak ayet numaralarına göre, neredeyse incil
hikayelerinin orta noktasındadır. İncil’deki yegane ‘dağ’ sahnesini teşkil
eder. Baptizmin dışında, İsa’nın görsel ve işitsel anlamda ilahi müdahaleyle
karşılaştığı tek yer burasıdır’ (Trites’ten
alıntılanmıştır, 46).
[14]
Başkalaşımın görsel doğasını nesnel bir
şekilde anlamak için, bkz Trites, 32 n 2.
[15]
Bu çevirinin alıntılandığı yer: Trajedinin Doğuşu, Say Yayınları, İstanbul,
2003, 6. Baskı, s. 32, Almanca aslından çeviren: İsmail Zeki Eyuboğlu
[16] ‘ver-‘ ön eki, ismin kök anlamını yoğunlaştırmak
için kullanılır: Böylece Verklarung, sınırları zorlayan bir ‘aydınlık’
(Klarung) anlamına gelir.
[17] Cf Hutcheon ve Hutcheon: ‘şüphe yok
ki Wagner … erotiğin gücüne olan derin inancını sahnelemek için tensel imgelemi
en az kendinden geçirici, şehvetli müziği kadar kullandı.’ Bu bilgiyle,
Wagner’in operaya yazdığı program notları da kulağa kendinden geçirici geliyor:
‘Yine de, Kader’in hayatta ayırdıkları, şimdi ölümde başkalaşmış yaşamda ortaya
çıkıyorlar: birleşmenin kapıları ardına dek açılıyor. Tristan’ın bedeni
üzerinde ölmekte olan Isolde’nin şehvetli özlemi kutsanmış şekilde son buluyor.
Ölçüsüz bir boşlukta sonsuza dek, engelsiz, zincirsiz, ayrılamaz şekilde
birleşiyorlar’ (Bailey, 48).
No comments:
Post a Comment