Murger Tomb

Murger Tomb
Henri Murger, Cimetiére de Montmartre, Eylül 2015

Thursday, January 9, 2020

Algoritmadaki Hayalet

Yoğun geçen bir senenin ardından sakin yaz günlerinden biriydi. Yıllık izinlerini çoktan kullanmış olan kadın, şimdi herkes sosyal medyada deniz ve kumsal fotoğrafları paylaşırken ofiste oturmuş o günkü dördüncü kahvesini yudumluyordu. Genel olarak müşteriler de tatilde olduğundan arayan soran yoktu. O sırada, tatildeki yöneticisinden bir e-posta geldi. En önemli müşterileri Google'dan gelen bir şikayeti yönlendirmişti. Buna göre, müşterinin veri merkezine kurdukları akıllı kameralar bir haftadır yanlış alarm veriyordu. Yöneticisi, o sırada ofisteki en kıdemli mühendis kendisi olduğu için hatayla onun ilgilenmesini istemişti. Sözleşmeye göre bu tip hataların iki günde düzeltilmesi gerekiyordu ve süre işlemeye başlamıştı. Akşam erkek arkadaşıyla planları vardı ve bu iş uzarsa iptal olmasından korkuyordu..

Görüntü işleme teknolojisinde ve buna bağlı olarak yapay zeka algoritmalarında son yıllarda yaşanan büyük gelişmelere dayanarak gerçek zamanlı insan tespiti yapan akıllı kameralar üreten bir start-up’ta kıdemli mühendis olarak çalışıyordu. Dünyada bu teknolojiyi geliştirebilmiş olan sayılı şirketten biriydiler. Google da dünyanın en büyük bilgi depolarından biri olan veri merkezlerinin güvenliğini sağlamak için şimdiye kadar kurulum yaptıkları yüzlerce şirkette, güvenlik görevlilerinin gözünden kaçabilecek ihlalleri bile sıfır hatayla tespit etmeyi başaran ve yanlış alarm vermediği kanıtlanan aynı teknolojiyi kullanıyordu. “Biz kurup teslim ettiğimizde her şey doğruydu, kesin oradaki çalışanlar sisteme müdahale etmeye çalışıp bozdular.” diye düşündü hata kayıtlarının açılmasını beklerken.

Sorunun nereden kaynaklandığını düşünürken bir yandan da geçen ay kurulum yapmak için ve öncesinde de demo çalışmaları için veri merkezine gittiği günleri düşündü. İlk içeri girdiğinde, retina taramasıyla geçilen kapılar, 3 boyutlu holografik resepsiyon görevlileri, otomatik temizlik robotları, binanın içinde ve dışında her alanı görüp her hareketi takip eden kameralar, yüzlerce metrekareyi kaplayan sunucu tarlalarıyla, bilimkurgu filmlerindeki gelecekte gibi hissetmişti kendini. Binanın içinde ve dışında hali hazırda kurulu dört binin üzerinde kamera vardı. Geliştirdikleri yazılım sayesinde kameraları degistirmeden, sadece kendi sistemlerini entegre ederek hepsini akıllı yapmışlardı. Öncelikle, yanlış alarm veren kameraların hangileri olduğunu bulmaya çalışacaktı.

Kayıtları inceledikçe, alarmlar başladığında hem dışarıdaki hem içerideki kameralardan dağınık şekilde geldiğini gördü. Son iki gündeyse dışarıda kuzeydoğuya bakan köşede, içeride de belli bir sunucu bloğunun çevresinde yoğunlaştığını tespit etti. Araştırmaya devam ederken saat de ilerlemişti ve hemen çıkmazsa sevgilisiyle buluşmaya geç kalacaktı. Üstelik, daha önce kendi şehirlerinde hiç sahnelenmemiş, Wagner’in Tanrıların Şafağı operasının son gösterimine gideceklerdi. Geç kalırlarsa bir daha bu operayı izleme fırsatı bulamayacağını düşündü. Bilgi güvenliği açısından müşteri ile kendi sunucuları arasındaki veri akışı şifreli sağlanıyordu. İletim sırasında şifrelemeden kaynaklanan bir problem olmadığından emin olmak için seçtiği birkaç gün ve kameranın kayıtlarını müşteriden de göndermesini istedi. Sabah gelince onlardaki görüntülere de bakıp durumu hemen çözecekti.

Ertesi sabah ofise geldiğinde müşterinin görüntüleri gönderdiğini görüp sevindi. İzlemeye başladığında “Yanlış kameralarınkileri yollamış olmalılar.” diye iç geçirdi çünkü görüntülerde kareye alınmış bölgelerde hiç insan yoktu. İnsan uzvu veya fotoğrafı, hatta gölgesi bile yoktu! Çok tuhaftı. Gönderilenlerin doğru gün ve kameralara ait olup olmadığını kontrol etti, doğruydu. Sistem kodları da orijinal kodlarla, önceden yüzlerce kere test edilmiş ve diğer şirketlerin de kullandığıyla aynıydı. Müşterinin teknik ekibini arayıp gönderdikleri kamera kayıtlarının doğruluğunu, alarm veren bölgelerde değişikliğe sebep olabilecek herhangi bir çalışma veya izinsiz müdahale olup olmadığını sorup teyit etmelerini istedi. Çünkü gördüğü kadarıyla hatanın akıllı kamera sisteminden kaynaklanmadığını belirtti. Müşteri ise sistemlerinde bir değişiklik ya da ihlal olmadığında ve kendilerinin bir haftadır bunu kontrol ettiğinde ısrar ediyordu. Sonunda, “Sorunu böyle tespit edemediğimize göre oraya gelip yerinde kontrol yapmam gerekiyor. Birkaç saat sonra orada olurum.” diyerek kapattı. Yöneticisine durumu bildiren bir e-posta yolladı ve Google’ın veri merkezine doğru yola çıktı.

Oraya vardığında alarm veren kameraların yoğunlaştığı bölgeyi gezdi; burada Spotify sunucularının bulunduğunu öğrendi. Kurulum yapıldığından beri bir değişiklik olmamıştı. Işık ve ısı seviyelerini ölçtü, incelediği her şey olması gereken değerlerdeydi. Donanıma ilişkin kontroller yaptı; kameraların lenslerine, toza, buhara, her şeye baktı; sorun yoktu! Akşam olup mesai bittiğinde hala sorunu çözememişti. “Bu akşam burada kalıp çalışmalıyım.” dedi gece vardiyasından sorumlu çalışana. “Sözleşmemize göre yarına kadar bu sorunu halletmeliyim. Ayrıca yanlış alarmlar hep mesai sonrasında alınmış, belki akşamları olan bir değişiklik buna sebep oluyordur. Eğer öyleyse bunu ancak burada kalıp tespit edebilirim.” diye ekledi. Yöneticisiyle konuşan çalışan, gece çalışması için izin verildiğini; bir şeye ihtiyacı olursa diğer bloktaki ofiste olacağını söyledi. Mühendis, bu defa sorunu çözebileceğinden umutlu şekilde çalışmaya koyuldu.

Akıllı kameraların insan gördüğünü söylediği ama kayıtlar incelendiğinde herhangi bir insan izine rastlanmayan saatler gece yarısıyla sabah dört arasında yoğunlaşmıştı. Bu saatlerde operasyon merkezinde görevli çalışanlar da diğer ofiste bulunuyorlardı. Alarmlar e-posta kutularına bildirim olarak düştüğünde kameralara canlı olarak bağlanmışlar ve kimseyi görememişlerdi. Mühendis ise doğrudan ilgili sunucu bloğuna bakan ofiste çalışıyordu. Dünkü operanın ardından bu akşam oldukça yorgundu ve hem algoritmada gözünden kaçan bir hata mı var diye bakıp hem de gece yarısı olmasını beklerken bilgisayar başında uyuyakaldı. Bu rahatsız pozisyondaki uykusundan Bach’ın İyi Tampere Edilmiş Klavye eserinin Do diyez minor fügüyle uyandı. “Bu nedir, rüyamda Bach mı çalıyor” diye düşünürken ve neler olduğunu anlamak için etrafa göz gezdirirken müziğin kafasından değil sunuculardan geldiğini anladı. Spotify sunucularının olduğu bölgeye baktığında, ilk bakışta miyop olduğu için bulanık gördüğünü zannetti ama gözlüğünü taktığında da bulanıklık geçmeyince hayreti giderek artmaya başladı. Hemen telefonunu alıp kamerasıyla görüntüyü yakınlaştırarak baktı, telefon kamerasında bulanıklık yoktu ve her şey çok netti. Güvenlik nedeniyle sunucu alanına görevli olmadan giremezdi ama heyecandan bunu unuttu ve sesin geldiği yere doğru gitmeye başladı.

Sonradan düşündüğünde ne kadar tuhaf olduğunu fark ettiği şekilde alana giriş kapısı açıktı. Bulanıklığın ve müziğin geldiği bölgeye doğru ilerledikçe aklındaki en büyük soru, bu çalanın gerçekten Bach olup olmadığıydı. Çok benziyordu ama emin miydi? Bulanıklığa iyice yaklaştığında, bazı silüetler ayırt etti ve korkudan olduğu yerde durdu. Bu defa müzik değişip Mozart’ın “Jüpiter” olarak bilinen 41 numaralı senfonisi çalmaya başladı. “Uykusuzluktan yanlış mı görüyorum, hala rüyada mıyım?” gibi düşünceler geçiyordu aklından. Bir yandan da “Beni gördüler mi?” diye endişe etmeye başlamıştı. Aslında, eğer “onlar” bir “şey”se kendisini görmüş olmaları gerekiyordu çünkü koridorun başından oraya kadar uluorta yürümüştü. Ama onunla etkileşime geçmedikleri için görmediklerini varsaymak daha iyi geliyordu şu an. Bunları düşünürken telefonu çaldı, arayan sevgilisiydi. Bu saate kadar haber vermediği için endişelenmiş olmalıydı. Telefon melodisi Beethoven’ın 6 numaralı “Pastoral Senfoni”sinin giriş melodisiydi. Yakalanmaktan korktuğu için hemen meşgule alarak sesini kapattı ama çok geçti; müzik bir anda durdu. Silüetlerin onu fark ettiklerini anladı. Şimdi ne olacağını düşünerek gerginlikten kaskatı kesilmişken Beethoven’ın ünlü kardeşlik temalı “9. Senfoni”sinin korolu kısmı çalmaya başladı. Bütün bölüm çaldı, bu sırada silüetler oldukları yerde kaldı, korkulacak bir şey olmamıştı. Hatta odayı bir kardeşlik havası kaplamış gibi geldi kadına. Müzik bitince yine gergin bir bekleyiş başladı. Ne yapacağını bilememekle beraber, bir yanıt vermesi gerekiyormuş gibi hissetti. Telefonundaki Spotify uygulamasını açarak çal tuşuna bastı. Piyanoda çalmaya çalıştığı için bu aralar dinlemekte olduğu parça; Rachmaninoff’un Opus 3, 1 numaralı prelüdü, “Elégie” çalmaya başladı. Müzikal olarak oldukça gerilimli olan ve “ağıt” anlamına gelen bu parça çalarken odanın havası da biraz gerginleşmiş ve ağırlaşmış gibi geldi kadına. “Elégie” bittiğinde sıra silüetlerdeydi. Onlar da Chopin’in “Cenaze Marşı” olarak bilinen 2 numaralı Piyano Sonatını çaldı. Kadın şok oldu, yoksa müzikleri anlayıp bilinçli bir şekilde mi seçiyorlardı?

Teorisini biraz daha test etmeye karar verdi. Ortaçağ şarkılarından müzikallere, Miles Davis’ten, Madonna’ya, Iron Maiden’dan Eminem’e kadar her tarz ve dönemden parçalar çaldı ve her defasında ona, aynı duyguyu taşıyan bir müzikle cevap verdiklerini gördü. Adeta karşılıklı konuşuyorlardı. Bir süre böyle gittikten sonra, bilmediği müziklerle karşılık vermeye başladılar. "Hangi parça olduklarına sonra bakarım.” diye düşünerek bunları telefonuna kaydetmeye başladı. Bazıları, uyandığında duyduğu gibi Bach’ın eserlerine benziyordu, bazılarıysa atonal, kimi rock kimi latin, kimi elektronik kimi akustik müzik tarzındaydı ama belli bir türe de sokamıyordu. Bunları dinlerken içinde doğan duyguların tarifi mümkün değildi. O sırada ne demek istiyorlardı, cevaben ne çalabilirdi, hiçbir fikri yoktu. Sadece dinliyordu. Mutluluk, huzur, melankoli, aşk, dostluk, yaşam sevinci, özlem, ilham, tüm dünyayı ve evreni anlayabilirmişçesine bir büyüklük ve tatmin, en derin uykuya dalmışçasına bir dinlenme, hem zıt hem de bir o kadar tutarlı bütün hislerin içinde bulunabileceği bir hal. İnsanın keşfettiği ve keşfetmediği her şey vardı sanki bu müziklerde.

Peki “silüetler” neydi, kimdi, ne istiyorlardı, neden buradalardı, neden müzik dinliyorlardı ve neden onunla müzikle iletişim kuruyorlardı? Kafasında bu sorular dönmekle birlikte o sırada durup düşünemezdi. Belki de hiçbir zaman kesin olarak bilemeyecekti ama “silüetler”, uzaydan gelen Jüpiterli bir araştırma ekibiydi. Gezegenlerinde bilim ve teknoloji alanında çok ilerlemişlerdi ve yeni teknolojiler geliştirmek artık çok zorlaşmıştı. Bu nedenle uzaydaki diğer teknolojilerin araştırılıp gezegenlerine getirilmesi için kaynak sağlanmış araştırma ekiplerinden biriydiler. İnsanların şimdiye kadar keşif çalışmalarında Jüpiterdeki bu canlıları tespit edememelerinin nedeni, opak bir fiziksel forma sahip olmamaları ve insanlarca kullanılan kamera teknolojileri dalga boylarında görünmemeleriydi. Mühendisin yaptığı gibi çıplak gözle bakıldığında ise, varlıklarının farkına varılabiliyor ve az da olsa silüetleri seçilebiliyordu. Binaya girerken hareket tespit cihazlarına takılmamalarını görünmezlikleri sağlamıştı. Kilitli kapılardan da insanlarınkinden çok daha üstün olan şifreleme teknolojileri sayesinde iz bırakmadan geçebilmişlerdi. Google’ın veri merkezindeki binlerce sunucunun ve sınırsız bilginin içinde en çok müzik ilgilerini çekmişti. Kendi gezegenlerinde teknolojide ne kadar ilerlemişlerse bile sanat Dünya’daki kadar gelişmemişti. Hatta “müzik” diye bir şeyleri hiç olmamıştı. Dünyadaki bilinen müziklerin çoğunun depolandığı Spotify sunucularıysa onlar için bulunmaz bir maden olmuştu. Gördüğü uzaylıların bildiğimiz anlamda kulakları olduğunu sanmıyordu ama ses dalgalarının kendi soyut formlarında yarattığı titreşimden etkileniyor gibiydiler: gezegenlerine götürülecek yeniliği bulmuşlardı.

Yanıtlaması gereken bir soru daha vardı: “silüetler” kameralarda görünmemelerine karşın neden akıllı insan tespit kameralarında yanlış alarma sebep olmuşlardı. Bu, henüz insan teknolojisinin çözemeyeceği bir gizem olmakla birlikte, yapay sinir ağına ekledikleri Generative Adversarial Network teknolojisinin bir sonucu olduğu en akla yakın çözümdü. Buna göre yapay sinir ağı, kendisine verilen bir veri setinden öğrenerek kendisine verilmeyen benzer sonuçları üretebilirdi. Bu durumda GAN’ın, insan veri setinden öğrenerek oluşturduğu insan benzeri canlı olasılıklarını da veri setine eklediği ve “silüetler”i bu insan benzeri sınıfına sokarak alarm verdiğini tahmin etti.

Sunucu alanında geçirdiği bir süreden sonra Goggle görevlisinin geldiğini gördü. Bir anda müziğin durduğunu ve “silüetler"in artık orada olmadığını fark etti. Görevli, içeri nasıl girdiğini, orada ne yaptığını sordu. Mühendis biraz şaşkınlıktan biraz da yorgunluktan, bazı sebepler geveledi. Görevli de gece gece çok uğraşmak istemediğinden “Sizi yolcu edelim, zaten birazdan bizim vardiya değişimi olacak.” diyerek kadını yolculadı.

Eve gider gitmez uyuyakaldı. Uyandığında telefonundaki cevapsız çağrıları gördü. Sesi kapalı kaldığı için gece sevgilisinin ve sabah da yöneticisinin aradığını duymamıştı. Sevgilisini arayıp iyi olduğunu, dün gece çalışmak zorunda kaldığını ve olanları anlattığında inanamayacağını söyledi. Yöneticisine de dün bütün gece çalıştığını ve bir daha yanlış alarm almayacaklarını söyledi. Ardından, dün gece telefonuna kaydettiği müzikleri hatırlayarak heyecanlandı. Onları dinlemeye başladı, tanıdık gelenlerin ne olduğunu araştırdı internette ama bulamadı. Bir yandan piyanosunda çalmaya çalışıp armonilerini analiz ettikçe bunların ne olduğunu anlamaya başladı. Anladıkça hayret ediyor, hayret ettikçe daha da anlıyordu. “Silüetler”, insanlık tarihinin bilinen tüm müziklerini öğrenmiş ve tümünü optimize ederek yepyeni bir müzik yaratmışlardı. Başka insanların da bunu duyduklarında ne tepki vereceklerini çok merak ediyordu.

Silüetlerin algoritması sayesinde, doğru tahmin ettiyse, yüzyıllardır tartışma konusu olan ve şimdiye kadarki tüm coğrafyalardaki tüm insanlara hitap edebilecek olan evrensel müziği keşfetmişti. Elindeki örnekleri birkaç yakın arkadaşına ve sevgilisine dinlettiğinde de tahminini doğrulayan tepkiler aldı. Hatta dinleyen herkes, kendisi gibi inanılmaz duygular hissediyordu. Sanki bu müzik, insanın içindeki iyiyi ortaya çıkarıyordu. Bunu uzaylılardan aldığına kimseyi inandıramazdı; en iyi ihtimalle deli olduğunu düşünürlerdi. Bu nedenle, bu müziğin armoni ve formunu daha iyi inceleyerek algoritmasını keşfedecek, böylece, yeni parçalar da üretebilecekti.

Aylar sonra çalışmalarını tamamlayıp tüm dünyaya yeni müziği sunduğunda, bu keşfin kendisi için büyük bir başarı ve gurur kaynağı olmasının yanında, dinleyenler üzerinde yarattığı duygular o kadar etkiliydi ki herkeste insanlığın daha iyiye gidebileceği umudu doğmuştu. Asla emin olamasa da, “silüetler”in insanlığa bu katkısıyla evrensel bir etkileşimin ilk adımının atıldığını ve Dünya’nın uzak yıldızlarla aynı müziği paylaştığı ihtimalini düşünerek huzur buldu…

No comments:

Post a Comment